uçuyorum sevgilim, başlangıçtan sona.

226 20 8
                                    

"Merhaba Mon Ange,
Otuz yaşıma basalım on yedi gün oldu bugün. Sözünde duracağın konusunda adımın Jeon Jeongguk olduğu kadar emindim, gelecektin biliyordum, bu sebeptendir ki beklediğim anların hiçbirinde ne yüreğimi kavuran bir umutsuzluğa ne de zihnimi alaşağı eden bir şüpheye düşmediğimi belirtmek isterim. 

Sözünde dururdun sen, Kim Taehyung her zaman sözünde dururdu, bilirdim. Bunu bildiğimden mütevellit  01 Eylül 1993 Çarşamba günü şafak vaktinden beridir bekledim seni Montmatre'deki Sacre-Coeur tepesinde. Biz orada karıştık takvimin yapraklarına ve ben 18 Eylül 1993 Cumartesi, gece henüz şafağa sökmeden orada bitiriyorum takvimimi. 

Bu mektubu kaleme alırken senden ayrı yaşadığım on bir kışı, seninle yaşadığım sekiz mevsime sıkışıp kalarak yaşadığımı fark ettim. Geçen on bir yılda her günüme sekizinci mevsimimizin son gününde uyanıyormuşum gibi uyandım. Ellerinin ellerimden bir heyelan misali kaydığı ve beni otuzuma dek yaşatacak kadar umutla dolu olan sözlerini, unutulmaması gereken bir yemin gibi, insanlığa tanrıyı gösterecek bir dua gibi, kanserden ötürü saçlarını kaybeden on üç yaşındaki bir kız çocuğuna saçlarının yeniden çıkacağının haberini verir gibi fısıldadığın ve beni yirmi dokuz yerimden bıçakladığın anda kalmıştım ben. 

Şimdi uçuyorum sevgilim, başlangıçtan sona.

Beni fark etti,beni fark etti.

1980 yılının bol güneşli lakin güneşine karşılık biraz soğuk esen rüzgarının ciğerlerime getirdiği ıhlamur kokularından dolayı mesut olduğum sabah saatlerinde, hem baharın neşesi hem de Monsieur Aubin'ın dersinden geçebilmemin gururuyla, bir deli misali Bastille Meydanında etrafımda dönüp şen kahkahalarımı gökyüzüne savurduğum esnada, tam da seni biraz olsun zihnimin dolambaçlarından uzaklaştırabildiğimde beni fark ettin. 

Aynı seni fark ettiğim günkü gibi fark etmiştin beni. Cour du Commerce-Saint-Andre'ye gitmiştim o gün, yanımda elbet ki on yedi yıllık ömrüm boyunca sırtımda taşıdığım yalnızlık kamburum ve yüreğimdeki şehirlere hakim olan saf acım vardı. Her zamankinden bir miktar daha fazla olmakla birlikte bir hayli yıkılmış, dağılmış ve bedbahttım. Sokağa ellerim cebimde girmiştim ve yine her zamanki gibi başım eğikti, önümdeki taşı ufak darbelerle ilerletiyor ve hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Taşa yirmi dokuzuncu vuruşumun üstünden bir saniye bile geçmemişti ki dünyanın sadece uğultusunu duyan kulaklarım şen bir kahkahaya ev sahipliği yapmıştı. Duyduğum sesin tadını çıkartmak istercesine gözlerimi yummuş, nefesimi ciğerlerime hapsetmiş ve olduğum yerde donakalmıştım. Algılayabiliyordum, o tanrısal tını sol tarafımdan geliyordu. Tam on dört saniye boyunca kahkaha attın ve ardından şunları ekledin: 

"Aşk diye adlandırdığınız bu palavraya ancak böyle kahkahalarımla cevap verebilirim Madame , realist olmanızı tavsiye ediyor ve izninizle kalkıyorum." 

Derhal gözlerimi sana çevirdim, bakmaktan ziyade görmek istedim bu kahkahanın ve derin sesin sahibini, bu istek yüreğimdeki şehirlere koca bir balyoz indirmeye yetmişti. Çünkü gözlerim ilk önce bileğine bağladığın bordo kurdeleye ilişmiş, oradan kollarına, oradan da yan profiline ulaşmıştı. Derin bir iç çekiş bırakmıştım sokağa. Bu dünyadaki ilk iç çekişim sana idi, diğer iki hakkımın da sana olacağından habersiz bir şekilde kırmızı kaplı defterini eline alışını, karşındaki alımlı ve bir o kadar zarif olan kadının önünde saygıyla eğilişini, boynuna doladığın kalın atkıyı düzeltişini ve usul adımlarla sokaktan uzaklaşışını izlemiş ve bulunduğum kaldırımın üstüne çökmüştüm. O an ki düşüncelerimden bahsetmek istemiyorum pek ama net olarak şunu söyleyebilirim ki oturduğum kaldırımı delip, yapraklarını bu pislikle dolu dünyaya açacak bir çiçek kadar güzel ve cesaret dolu hissetmiştim kendimi. Velhasıl kelam böyle fark etmiştim seni ve sen de buna benzer bir şekilde fark etmiştin beni.

prokyon'a veda / taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin