2. Bölüm
Deniz turuncu bir ışıltı içinde akıyordu. Yumuşamış gibi duran fener, göğün yarısı turuncu, yarısı belirsiz bir maviyle kurşuninin arasına gidip gelen yumuşaklığına, bir başparmağın hafif bir bastırmasıyla gömülmüştü. Akşam olmak üzereydi. Hava kararmaya yüz tutmuş, güneş artık yolumuzdan çekilmeye başlamıştı. İşte ben, hayatımda günün en çok bu saatlerini sever, her batan güneşin arkasından bir günümü daha koyordum geçmişime. Yağmurlardan sonra en çok bu vakitler huzur verir, insanlığımı en çok bu vakitler haykırırdı yüzüme. Ben, en çok bu vakitler oturur kayalara, bakardım bu mucizevi güzellikteki batmaya yüz tutmuş güneşin bile insanlığımı nasıl hatırlattığına.
Zaman böyle akıp geçmişti. İki ay önce oturduğum bu yamuk ve haddinden fazla yüksek olan kayalara tekrar gelip oturacağımı hiç düşünmemiştim. Evden dışarı çıkacağımı kararlaştırınca ilk aklıma gelen yer burası olmuştu. Evdekilere bu fikrimi söyleyince ve kendime bir şey yapmayacağım konusunda söz verince bana izin vermişler, ben de direk olarak buraya gelmiştim. Dediğim gibi iki ay olmuştu buraya gelmeyeli. Koskoca iki ay, tam tamına altmış gün, bin dörtyüz kırk saat. Merveyle geldiğimiz o günden, gülerek geçirdiğimiz o dakikalarda sonra ilk defa gelmiştim bu uçsuz bucaksız mavilere yol açan, her gün aynı güneşi bıkmadan batarken yutan, mavisiyle insanı iyileştirirken, büyüklüğüyle göz korkutan, " Sonsuz maviler bizim olsun... " dediğimiz, denizimize. Denizime. Halbuki kim bilebilirdiki, zamanında o büyük kayanın üzerine oturan iki kızdan birinin, ruhunu arkadaşına teslim edip, ona daha rahat oturabilmesi için yer açıp gittiğini. Artık o sonsuz maviler benim adıma gidecekti sonsuzluğa. İki ruhu bir bedende taşıyan, "Ben" için.Ben Elis EFİLOĞLU. Ender Efiloğlu ve Kenan Efiloğlu'nun küçük kızları Elis. Ölümü uçurum kenarına bırakıp, hayat için ölüme tekme attığında, hayatın ona ters tepip yüz üstü bırakmasıyla tekrar ölüme koşan, her yağmur yağdığında bir damlasını bile israf etmeden bütün ruhunda benliğini yaşatmaya çalışan, varlığını çoğu insanın yokluğuna karşın hakaret olarak gören, dört duvar arasında bütün yalnızlığıyla can çekişip çırpındıktan sonra tekrar hayata bağlanma cesaretini kendine bahşeden, karanlığın kıyısında kaybolan, minik bir beyazlık...
Beyaz. Her zaman sevmişimdir beyazı ya da beyaz olanı. Masumiyetin, saflığın, berraklığın, adaletin, yalnızlığın, beraberliğin, mutluluğun en çok da benim olanın beyazlığını, beyazını. Renkler arasında en çok ben olandır, tam bir beyaz olmasamda beyaz. En çok beni yansıtan en çok da beni yansıtamayandır. Benliğimi öğreten, öğrettiği benliğimi geri alandır. O, yağmurların saflığıdır. Tüm renkleri içinde barındırıp hiçbir renk olmayandır. O, beyazdır.
Bende ki beyaz ise, tam tersine bir parça siyahtan ilham alıp beyazlığını yitirmeye yüz tutmuş, kirli olmasına rağmen hala beyazlığını koruyan, özüne bir o kadar sadık ve bir o kadar da ihanetkar olan "Kirli Beyaz"dır... Durumlar bu iki ruh arasında bu kadar farklıyken anlatılacak pek bir şey de kalmıyor zaten...
*****
"Elis kızım. Eliiis.. Kızııımmm. Eliiiiiiiiiisssssssssss...!!! Kime bağırıyorum ben iki saattir acaba yaa.. Eliiiis! Hu huuu !!!? Sana sesleniyorum kızımm duymuyor musun beni ?"
"Haa ! Nol.. hııı.. noldu ? Noldu anne, bir şey mi oldu ?"
"Tabii yaaaa ! Tam da tahmin ettiğim gibi. Yine uyuyakalmışsınız prenses hanım. Bir kere de annenizin sözünü dinleseniz şaşıcam zaten. Bir kere ya bir kere. Bir kere de annenin sözü dinleyip gitme dediğim yere gitmesen olmaz dimi. Bak, yine harap olmuşsun be kızım. Daha yeni iyileştin zaten. Hatta tam iyileşmedin bile, iyileşme sürecindesin. Hem gittiğin yer uzak hem de sürekli yoruluyorsun. Sen şu dediğin yere gittiğinde bütün günümü endişe içinde geçiriyorum ben. Çok merak ediyorum ya ! Ne var acaba şu "Yerde" ey güzel Allah'ım ?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜME TUTULMAK
Fiksi RemajaDamlalar yere dokunduğu vakit , Hilesiz, saf ve bereket dolu , Toprakların kavuşma günü, Kalplerinse ayrılık… Yağmurlar yazar hep ayrılık mısralarını nedense, Yağmurlara denk gelir,ilk buluşma ve elvedalar, Yağmurların suçu ne kimbilir… Oysa ki ta...