Charlotte
Casey gözden kaybolduktan sonra saatlerce araba sürdüm. En azından bana öyle geldi. Ne bir haritaya ne de bir plana göre gidiyordum, sadece gidiyordum. Hayatım koca bir belirsizlige düşmüstü.
Aracım dağ yolunu tırmanırken iyice hızlandı, tehlikeli virajlardan döndü ve beni hem gerçek hem de mecaz anlamda daha karanlığa sürükledi. Bu dağlardaki gibi karanlık bir geceyi daha önce hiçbir yerde görmedim. İnsanı tüketen bir hali vardı, ama tuhaf bir şekilde beni hiç rahatsız etmiyordu. İnsan zihni bazen ne tuhaf çalışıyor. Son altı yılımı korku içinde ve yalnız geçirdim. İronik bir şekilde ölülerden korkmuyordum. Fakat bu gece bir karar aldım. Bu gece, hayatımı geri kazanacaktım, kontrolü elime alacaktım. Üstüme bir hissizlik çöktü, zihnim bomboştu. doğru kararı verdiğimi de işte böyle anladım. Duman saçarak ilerleyen aracım teklemeye başladığında, yol kenarına yanaştım. Torpidoda bir yüz dolarım var, ama gideceğim yerde paraya ihtiyacım olmayacaktı. Aracımı bulan ilk kişi onu alabilirdi. bu bir hayat değildi, bir kabustu. hiç bitmen bir ölümdü ve esaret işkencesiydi. Ve acı, dayanamayacak kadar çoğaldı.
Kendimi altından geniş bir nehir akan bir köprünün üzerinde buldum, yağmurda kuduran nehir şiddetle akıyordu. Köprünün ortasına doğru yürüdüm, elimi ıslak tırabzana koydum ve atlarsam, suların beni sürükleyip bu kabustan kurtarmasına izin vermenin nasıl bir şey olacağını merak ederek aşağıya baktım.
Kendime tekrar tekrar, bu da geçecek, dedim ama sözcükler büyüsünü ve üzerimdeki etkisini kaybetti. Belki de bunca zaman bu sözlerin beni hayata bağladığını aslında ayak bileğime bağlanmış bir ağırlık gibi beni dibe çekerek huzuru bulmamı engellediklerini fark edememişim. Her zaman ölülere ait olacaktım ve bu yüzden asla tam olarak yaşayamayacaktım.
...
Bırakıp gitmenin zamanı gelmişti.