(1) Pembe Mezarlık

178 61 172
                                    

Kalemim bir gemiydi benim. Soğuk okyanusun üzerinde süzülürcesine geziyordu, kar beyazı kağıdımın üstünde.
Klasik müzik eşliğinde akışına bırakmıştım, kendi yolunu bulsun diye.

Bahçeye giren bir bedenle başımı kaldırdım ve düşüncelerimi kovdum o anda.
Koca bahçemiz bile bu dev adamın karşısında adeta titredi. O geçerken, ağaçlar boyunlarını büküp, saygıda bulundu. Çiçekler ürktü ve kalemim daha fazla gezmek istemediğine karar verdi. O an sanki dünya bir saniyeliğine durdu.

Bakışlarını kapatan gözlüklerini çıkardığında, safirin maviliğini çalmış keskin ve kızgın gözleri rotasını evin kapısına çevirdi. Siyah takım elbisesi içinde tehlikeli bir adam imajı veriyordu.

Beni es geçip hızla evimize girdi. Onu ilk defa görmüştüm. Daha önce ne babamın şirketinde ne de Alparslan'ın yanında denk gelmiştim.

Peşi sıra birkaç adamı da içeri girdi ve sonunda Alparslan da bahçede göründü. Ben ise hiç yerimden kıpırdamadan onları seyrettim.
Sonunda beni farketmiş olacak ki, yanıma doğru gelmeye başladı.

Olduğum yerde yanıma gelene kadar bekledim. En sevdiği saatinin olduğu, dövmeli sol kolunu sandalyeme koydu ve eğilip alnıma ateşten bir öpücük bıraktı. Yeni yeni çıkan sakalı kendini belli ediyordu.
"Sevgilim, ne yapıyorsun burada?" Derken masayı şöyle bir göz ucuyla süzdü ve bakışları yüzümü buldu.

Bazen anlayamıyordum. Bu adama neredeyse bir senemi vermiştim. Ama benim için hala gizli bir kutuydu. Anahtarı elimdeydi fakat ben onu açmak istemiyordum. Yine de onun beni sevmesini ve sahip çıkmasını seviyordum. Sevgiliydik biz, elele tutuşmaktan daha ileri gidemesek de. Belki o beni bir kadın gibi değil de, genç küçük bir kız olarak görüyordu. Bunu sorgulamıyordum. Çünkü ben buna alışmıştım.

Annemin yokluğu ve babamın bir işkolik olması beni sevgisiz bırakmıştı. Belki de Alp bu boşluğu dolduruyordu. Kim bilir...

Saniyesinde geçip giden düşüncelerimi kapı dışarı edip, ayağa kalktım ve yüzüne baktım.
"Oyalanıyordum sadece. Alp neler oluyor? İçeridekiler kim?"
Merakımı gizleyemeden sorularımı ard arda askerler gibi sıralamıştım.

O ise bundan hoşnut olmamıştı. Boynundaki dövmesine rağmen, sinirden şişen damarları belli oluyordu.

"S*tiğimin..." derken bir anda duraksadı ve ellerini saçlarının arasından çekip, dudaklarının üstüne koydu. Sanki ondan sonra gelecek sözleri durdurmak ister gibi.

Bir anda omuzlarımdan tuttu ve devam etti.
"Minel şuan hiç havamda değilim tamam mı? Hadi sevgilim sen yukarı odana çık. Sonra konuşuruz." Dedikten sonra Zehra teyzeye seslendi. Hemen yanımda belirdi ve işaret diliyle ne arzu ettiğimizi sordu.

Zehra teyze küçükken yüksek ateş sebebiyle konuşma yetisini kaybetmişti. Duyabiliyor fakat konuşamıyordu. Onun için işaret dili öğrenmiştim ve bu çok zevkliydi. Zehra teyzem annemin ölümünden sonra, anne gibi olmuştu benim için.
"Zehra teyzem bir arzumuz yok. Alparslan seni boş yere çağırmış. Sen gidip dinlen lütfen." Dedim.

Kızgın bakışlarla beni süzen Alparslan'a döndüm.
"Odama çıkmak istemiyorum. Havanda değilsen, sen gidebilirsin evine." Diyerek yerime yeniden kuruldum.

Sinirden kızaran yüzünü, iki eliyle önce ovdu. Sabır çekerek yanıma geldi.
"Tamam bunları sonra konuşuruz sevgilim. Şimdi şu bal yanağından bir öpücük alıp gitmem gerek." Demeye kalmadan hemen yanağıma, sert dudaklarını değdirdi. Aynı şekilde kendi yanağını uzatarak benden karşılık istedi. Tripli olmama rağmen buna karşı koymak istemedim. Ben de aynı şekilde karşılık verdim. Tebessüm edip yanımdan ayrıldı.

PEMBE MEZARLIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin