Şu an ellerim arasında tüm o çiçekler, tüm o çimenler ve senin tüm gülüşlerin. Kemikli parmaklarım yakışmıyor hiç bu kadar güzel şeylere ama var gücümle tutuyorum orada, avucumda onları.
İki ay önce ben, 13 Kasım gecesi bir karar aldım. Ölüm. Yaptığım tüm rezilliklerden, asla gerçekleştiremeyeceğim hayallerimden, her gün aynı evde uyanıp da nefret ettiğim insanlardan, yorgunluğumdan, aslında yapması çok basit olup da yapamadığım şeylerden kurtulmak için ölmek istedim. Şimdi o geceyi hatırlayınca bile, "Çok aptalmışım." demiyorum çünkü farkındayım. Ölmeyi istemek kolay bir şey değil ve ben o gece, seni öpmeyi istediğimden bile daha çok ölmeyi istedim.
Denemedim değil, Felix. Birçok kez denedim. Sona yaklaştığımı düşündüğümde hep kendim için nefes almaya, gülümsemeye ve bir şekilde bu günleri atlatmaya çalıştım. Olayları sürekli kendi açımdan iyi hale getirmeye çalıştım. Yanımda kimse olmadığında kendi kendime teselli verdim. Tek sorun yaşadıklarımın sürekli peşimde dolanmasıydı. Beynimden söküp atabilseydim eğer bir şeyleri; bana kötü günlerimi hatırlatan o nesneler, sözler ve kişilerle karşılaştığımda kalbimdeki sızıyı yok edebilseydim denemelerim boşa çıkmazdı. Ne yazık ki baktığım her bulutta, içtiğim her kahvede ve giydiğim her kazakta; yeniden yola çıkacak gücümün olmayışının verdiği üzgünlüğü tattım. Bu üzgünlük artık dayanılmaz hale geldiğinde çok da düşünmem gerekmedi.
Ölmek istemeyi seçtim. Ahşap tavanı izlerken ensemi rahatsız eden eski battaniye bile düşüncelerimin önüne geçemedi. Ellerim arasında bir kitap vardı. Odama gelince aynı şeyleri tekrar tekrar beynimden geçirmemek için elime almıştım. Odam soğuktu. Ellerim üşüyordu. Altımdaki battaniyeyi üstüme alacak kadar bile gücüm yoktu.
Ölmeyi isterken kimse için üzülmedim, Felix. Defterimin satırlarına kurşun kalemimle işlenmiş kelimelerim, yarım kalan hikayelerim, hakkını veremediğim müziklerim veya daha yeni aldığım parfümüm için bile üzülmedim. Şöyle bir geriye dönüp baktığımda son kez yanına uğramak istediğim bir şey bile yoktu.
Sadece bir ara kafamdaki sonsuz öyküler canımı sıktı ama sonuçta benim sonum, onların da sonu olacaktı. Umursamadım.
Yarım kalmışlık hissi beni korkutmadı, aksine nefeslerimi sonlandırmak adına bana daha çok istek verdi.Başarısız oldum. Yaşamayı beceremediğim gibi, ölmeyi de beceremedim. Her şeye hazırdım oysaki. Belki de sadece bir defa gelebileceğim bu dünyadan ayrılmaya çok hazırdım. Sonra güçlükle açık tuttuğum gözlerimi sonuna kadar aralamamı sağlayan, zar zor aldığım nefesleri aniden sıklaştıran bir şey oldu.
Gözümün önüne kız kardeşim geldi. Omzuna yeni yeni değen saçları, ağlamaktan kızarmış gözleri sanki karşımdaydı. Onun tek bir suçunun dahi olmadığını biliyordum. Bu yüzden yapamadım. Onu da üzme hakkını kendimde bulamadım. Deli gibi ağladım, olan bütün gücümü hıçkırıklarıma harcadım. Kazandığım tek şey, içinde yaşadığım bedenin de en az ruhum kadar işe yaramaz olduğunu kavramak olmuştu. Bu acıtsa da yastığımda kuruyan göz yaşlarımla, başımdaki fena ağrıyla kapattım perdelerimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boynuma dolanan turuncu tül
Fanfiction❁ Boynuma dolanan turuncu tül / Still Life with a Ginger Jar and Eggplants - Paul Cézanne / angst / 3514 ❁ ©2020|SKZINTHEFEST [Art.]