Yarışma alanina geldigimizde etrafa göz gezdirdim. Bir stad, stadın çim sahasının hizzasında kırka yakın açık çadir, çadırların üstünde ülke bayrakları ve ülkelerin isimleri.
Kendi çadırımiza geçtiğimizde herkes malzemelerini cadırdaki masalara ve sandalyelere bıraktı.
''Süleyman, görkem siz isimleri listeye kaydettirin ama biraz bekleyin. İlk önce, hemen çıkmayın, hazırlanalım.'' dedi burak hoca. Takımın diğer üyeleri de onaylarcasına kafalarını salladılar.
''Çocuklar beni iyi dinleyin şimdi'' diyerek burak hoca büyük bir ciddiyetle söze girdi.
''Buraya Türkiye'deki okçuları temsilen gelmiş bulunuyoruz. Sizden işin ciddiyetini kavramanızı istiyorum. Burdan her birimizin en az bir madalyayla dönmesi gerekiyor. Şimdi çocuklar sistemi açıklıyorum. Beş metrede tavşan, on metrede domuz, on beş metrede geyik var bunlar üç boyutlu tridi hedefler. Ardından otuz metrede hareketli hedef var. On beş saniyeniz var beş ok atılacak. Sonra kırk metrede Türk putası var. Salaklar hedefi hem küçük yapmış hemde puanlandırma yapmislar. Neyse ardindan çin, japon, moğol ve kore hedefleri geliyor. Dörtlü guruplar şeklinde sahaya çikılacak hakem dudugu ile teker teker atis yapilacak. Simdi sorusu olan''
Uzun bir açıklama olmuştu ama tek soru soracak olan bendim.
''Hocam milli takım yarisinda kimler olacak''
''Onu simdi belirleyemeyiz. Yaris sonunda her ulke en iyi dört okçusunu burda cikarilan puanlarla belirleyecek. Yani milli takim atislariniz yarisma performansiniza bagli''
''Anladım hocam''
''Şimdi bir yarim saat sonra isim yazdirilacak, o zamana kadar antreman icin ayrilan yerde calisin.'' dedi burak hoca. Su sozlerinden bile ne kadar ciddi olduğunu anlayabilirsiniz.Burak hocayla konusmamin bitmesiyle yayimi kurup oklarimi aldim ve kimseyle konusmadan antreman alanına ilerledim. Çok az kişi vardi. Tanidık birkaç kisiydi, yabancilardı. Birisi kırk yaşinda cok eglenceli bir meksikali. Digeride benim yasimda Turkce bilen bir ispanyol çocuk. Türkceyi gerçekten iyi konuşuyordu ve cok kafa bir cocuktu. Yarısmalara gelindiginde bulusup, sohbet eder, aksam yemeklerini birlikte yerdik. Cocugun yanina gittigimde en basta beni gormedi. Yanına gidip beklemeye basladim ikimizde hedefe bakıyorduk. Onumuzdeki kisinin cekilip yerine gecmeyi beklemeye basladim. Önumüzdeki adamin atısi bitmesiyle Cameron ileriye doğru hamle yaptı. Fakat yaninda sadece bir kizin oldugunu dusunuyordu. Donüp bana yer verecekken karşısında beni gördügunde sasirdi. Ardindan ikimizde gülerek birbirimize sarildık
''Merhaba Yusuf'' ismi yabancıydi. Ama Turkiyeye geldiginde ona Türkçe bir isimle hitap etmem icin ona isim bulmuştuk.
''Merhaba aca''
''Nasılsın görüşmeyeli''
''İyiyim güzel kiz. Sen nasilsin''
''Şiven çok güzel bi hâl almış cameron''
''Biliyorim, amaa İspanyada Turkce konuşacak kimse yuk. Ve ben unutoyorim''
''Ahahah tamam. Antreman?''
''Yesssss''
''Tamam hadi o zaman öncelikle yirmi beş metre çalışalım ardindan elli metreye gideriz. Ben de meksikaliya selam vereyim''
''What''
''Pardon, burda bekle geliyorum''
''Okey'' dedi. Bir an onun İspanyol oldugunu unutmuş ve çok hizlı bir şekilde konuşmustum. Dogal olarak anlamadi tabii.Meksikali Ronald'ın yanina geldigimde beni görduğune cok sevinmis olacak ki kahkahayi patlattı isin guzel kismi ben ingilizce bilmiyordum oda Türkçe, çok ama çok az konuşabiliyordu.
(Okunuslariyla yaziom cahilim. İng yok sadece Rusca var bende)
''How are you'' dedim klasik bir şeklilde. Tatmin olmuscasina gulumsedi.''I fine. Thanks. Miss you''
''Mi to'' diyebildim. İngilizceye lanet girsin. Ben kendimi azarlarken Cameron yanimiza geldi. Ronald ile ingilizce selamlaştıktan sonra bana donu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR TUTAM AŞK...
ChickLitHer hayat bir gün son bulmayacak mı? Cevabınızı duyar gibiyim... peki her hayat bir gün hangi şartlar altında ufalanacak? Hangi ışık hangi karanlıkta sönecek? Bu karanlıktan kurtuluş yok... Bu onun karanlığı, ışığıysa sönmek istemeyen, ama başka ka...