▼ Kabus Gibi Gerçek ▼

934 103 55
                                    

Dakikalardır kapının hemen önünde oturuyor ve karşımda gerçekleşmiş olan felaketi izliyordum. Korkudan ara ara nefesim kesiliyordu ancak her seferinde kendimi toparlamaya ve olayları idrak etmeye çalışıyordum.

En sonunda oturduğum yerden doğrularak bir şeyler yapmak istemiştim ancak ne kollarımda ne de ayaklarımda güç kaldığını fark ettim. Çok acınası bir durumdaydım. Gözlerimin dolduğunun farkındaydım. Ancak gözyaşlarım birer birer yanaklarımdan süzülüyor muydu, yoksa öylece gözlerimin kenarında birikmişler miydi bilmiyordum.

Bu bir kabus olmalıydı ve ben böyle bir ânın içinde olmak istemiyordum. Sadece bu yerden kaçmak istiyordum ancak yıllardır yanımda olan Kai'nin gerçekten ölmüş olma ihtimali, kalbimde katlanılamaz bir acı bırakıyordu ve bütün direncim bulunduğum ruh halime yenilmişti.

Böyle olmamalıydım ve bir şeyler yapmalıydım. Belki de kızlar evdelerdi ve bu olanlardan habersizleri. Yoksa böyle bir şeye asla izin vermezlerdi.

Nefesim sık sık kesilse de derin bir nefes aldım ve başımı kaldırarak ayakkabı dolabına baktım. Her ne kadar evde olmalarını umsam da, etrafımda benim hıçkırıklarım dışında hiçbir ses yoktu. Ve en acısı da benim bütün bunlar gerçekleşirken, dışarıda eğlenmekle meşgul olmamdı.

En sonunda gözlerimde ve kalbimde hissettiğim acıyı bastırmaua çalıştım ve kendimi öne doğru attım. Daha sonra ellerimden destek alarak Kai'ye doğru yaklaştım. Beyaz tüyleri kırmızıya bürünmüştü ve hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Yine de ağzımı açarak ona seslenmeye çalıştım ancak boğazım düğümlenmiş gibiydi.

Yutkunmak bile benim için zor bir hal alırken, kendimi Kai'nin yanına bıraktım ve bir süre ellerimle tüylerine dokunmaya çalıştım. Ancak korkuyordum, bu ânın gerçek olma ihtimalinden dolayı korkuyordum. Bu yüzden her seferinde ona dokunmaktan vazgeçiyordum.

"Jennie!"

O an duyduğum ses, hızla yanıma yaklaşmış ve kollarımdan tutarak beni kendisine çevirmeye çalışmıştı. Ancak gözlerimi Kai'den ayıramıyordum. Bütün bunlar nasıl olmuştu aklım almıyordu.

"Jennie! lütfen kendine gel!"

En sonunda başımı kaldırarak kollarımdan tutarak beni sarsan bedene baktım. Jisoo'ydu ve kollarımdan tutarak beni dışarı çıkarmaya çalışıyordu. Ne halde olduğumu bilmiyordum, ancak içten içe çok acı çektiğimin farkındaydım. Her gözlerimi kırptığımda etrafım daha da bulanıklaşıyor, oluşan sesler daha da katlanılmaz hale geliyordu.

Jisoo en sonunda beni dışarı çıkarmayı başarmıştı. Bana telaşlı bir şekilde bir şeyler söylüyordu ancak az önce gördüğüm şeyler sürekli aklıma geliyordu. Bu yüzden çoğu şeyin farkında değildim. Gözlerim sabit bir noktaya bakıyordu ve aklım yaşanılanları bir film şeridi gibi bana tekrar tekrar gösteriyordu.

"Jennie! Beni dinle. Kendine gelmek zorundasın. Şimdi polisi arayacağım ve her şey yoluna girecek. O yüzden birkaç saniye bekle, ben hemen telefonumu alıp geliyorum."

Jisoo kararsız bir şekilde bana son kez baktı ve kollarımı tutmayı bırakarak içeri girdi. O an evden birkaç adım uzaklıktaki duvar başında oturduğumu fark etmiştim. Beni tam olarak ne zaman buraya getirdiğini hatırlamıyordum. Ancak haklıydı, bir an önce kendime gelmeliydim.

Elime bulaşan kanı pantolonuma sürttüm ve önüme düşen saçlarımı arkaya alarak ayağa kalktım. Başta ayakta durmakta zorlanmıştım ancak burada beklemek beni daha çok boğuyor gibiydi. Bu yüzden ağır adımlarla eve doğru yürümeye başladım. O an yerde fark ettiğim mektupla durakladım. Bu şey babamdan gelen mektuplara benziyordu.

Birkaç adım daha atarak yerdeki mektubu elime aldım ve gözlerimde biriken yaşları silerek hızla içindeki kağıtı çıkardım. O an benim için her şey donmuştu. Sanki hiçbir şey yapmadan geçirdiğim her dakika, birinin daha ölümüyle sonuçlanacak gibi geliyordu.

Korkuyla terlemeye başladığımda mektubu avuçlarım arasında sıktım ve eve doğru koşmaya başladım ancak, Jisoo karşıma çıkmıştı ve beni durdurmuştu. Elimdeki mektubu gördüğünde ise endişeli yüz ifadesi silinmişti. Donuk bir ifadeyle gözlerime bakıyordu.

"Jennie... Lütfen sakin ol."

"Kaçtığını biliyordun değil mi?"

Cevap vermiyordu ve hareketsiz bir şekilde gözlerime bakmaya devam ediyordu. Hatta bundan birkaç gün önce, babamın hapisten çıkarılıp bakım merkezine alınmasını da benden saklanmıştı.

"Bana neden bakım merkezinden kaçtığını söylemedin!? Bunu bana nasıl yaparsın? Söylesene şimdi daha mı iyi oldu!?"

Jisoo ile kavga ettiğimiz, o ilk güne dönmüştük adeta. Ancak bu sefer yere düşen Jisoo olmuştu. Yerdeyken endişeli bir şekilde başını kaldırmış bana bakıyordu ancak hiçbir şey söylemiyordu.

"Bana söylemeliydin..."

"Ben polislerle konuşmuştum Jennie. Sen öğrenmeden onu yakalayacaklardı. Ben sadece..."

Gergin bir şekilde nefes alıp verirken düşünmeye çalışıyordum. Bir şeyler yapmalıydım. O an korumak istediğim şeyleri düşündüm ve ellerimle başımı sardım. Çıldıracak gibi hissediyordum. Nereye yetişeceğimi bilmiyordum.

Tam da o an, aklıma annem gelmişti. Bayan Oh Nara tek başına kalıyordu. O an hızla Jisoo'ya döndüm ve onu ittiğimde yere düşen telefona baktım. Annemi aramak için telefonu elime aldığımda ise Jisoo ayağa kalktı ve kolumdan tutarak beni durdurdu.

"Jennie... Polisler birazdan burada olur. Lütfen yapma. O adamdan uzak durmalısın."

Şu an durmam gereken zaman değildi. Bu sefer de birilerine zarar gelmesi için bekleyemezdim. Bu yüzden Jisoo'nun tuttuğu kolumu kendime çekerek koşmaya başladım. Diğer yandan da annemi aramaya çalışıyordum.

"Anne, lütfen aç telefonu..."

Belki de babam bayan Oh Nara'nın yanına gidiyordu. Belki de yarım bıraktığı işi tamamlamak istiyordu. Belki de çok geç kalmıştım...

Ve ben, bu sefer de yetişemezsem, tekrar düzene sokabileceğim bir hayatımın olmayacağının da farkındaydım.

BLACK ▼ JenKaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin