"Harry ile aranda bir şey mi var?"
Bu cümleye kahkahalarla gülmek istiyordum. Yemin ederim olmasını çok isterdim ancak olmayınca olmuyordu işte.
"Baba... Tabii ki hayır." dedim odama doğru yol alırken. "Emin misin June?" diye seslendi arkamdan.
Bıkkınca başımı salladım. "Oldukça."
Gerçi olsa da son duyan kişi babam olurdu. Bilemiyorum, o tek yakınım olmasına rağmen böyle hissettirmeyen biriydi. Kimsesiz gibiydim. Kendini işine verip beni unutmasını hiçbir zaman istemezdim. Ama olmuştu işte. Ve şimdi sırf bu yüzden ona yeterince saygı dolu bir şekilde bakamıyordum. Demek istediğim, ona doğruyu söylediğim zamanların sayısı yalan söylediğim zamanların sayısından çok çok azdı.
Yalanımı yakalar diye korkmuyordum bile. Çünkü ilgilenmiyordu. Aramızdaki baba-kız ilişkisinin bu yönde ilerlemesini istemesem de yapabileceğim bir şey yoktu. Her zamanki gibi boş verdim.
Odama girip ilk önce güzel bir duş aldım. Ardından bornozumla beraber dolabımın karşısına geçip giyeceğim şeyi düşündüm.
Siyah, önünde düğmeleri olan mini bir elbisede karar kıldım.
Saçlarımı kurutup saate baktım. Daha bir buçuk saat vardı Harry'nin gelmesine. Makyajımı da yapıp telefonuma yüklediğim oyunlardan birini oynadım.
Harry'nin gelmesine on dakika kadar kaldığında elbisemi ve ayakkabılarımı giydim. Saçımı ellerimle tarayıp takılarımı da takınca hazırdım.
Aynadaki görüntüme gülümsedim. Güzel görünüyordum. Umarım sarhoş olup birilerine eteğimi kaldırmazdım.
Telefonuma mesaj gelince Harry'nin geldiğini anlayıp kapıya indim. Üstü açık spor bie arabayla gelmişti. Siktir, birincisi bu arabayı nereden bulmuştu, ikincisi bu kadar havalı olmak zorunda mıydı?
Ona doğru yürürken beni pek de masum olmayan bakışlarıyla süzdü. Eh, benim bakışlarımın da pek masumane olduğu söylenemezdi.
Giydiği beyaz ve oldukça salaş gömleğin dört düğmesini falan açmış, herkese vücudunu ve güzel dövmelerini sunuyordu. Altınaysa siyah bir dar paça giymişti.
Basit bir gömlekle bile Tanrı gibi gözüküyordu. Gerçi bu salak Tanrı falan olamazdı. Her neyse.
Arabaya bindim ve selam verdim.
"Güzel görünüyorsun." dedi gaza basarken. "Teşekkür ederim."
"Bu araba kimin?"
Siktir, arabanın içi bile güzeldi. Muhtemelen servet değerindeydi. On sene çalışsam alabilirdim belki.
"Benim." 'Gerçekten mi' dercesine ona baktım. Tabii bana bakmadığı için göremedi yüzümdeki ifadeyi.
"Zengin çocuğu." dedim gülerek. Hafif dönerek bana baktı. "Aynı zamanda zengin ve yakışıklı olmam benim suçum değil." Ona orta parmağımı gösterdim.
Kaşlarını kaldırdı. "Demek bana hareket çekiyorsun ha? Bu gece görürüz kim kime çekiyor."
Rüzgar saçlarımı -muhtemelen- bozarken saçlarımı bir yerde topladım.
"Sen mi bana çekeceksin? Hiç sanmıyorum." Kaşınıyordum. Neyse, Harry kaşırdı artık, gece.
"Kıçının üstüne oturamadığın zaman bu sözü hatırlatırım."
"Terbiyesizsin." Bana orta parmağını gösterdi. Göz devirdim.
"Çocuklar niye seninle gelmedi?" Elleri direksiyonun üstünde kendi kendine ritim tutuyordu ve- Her neyse. Çocuğun ellerine yükselmek istemiyordum.