22.11.17
"Ben utangaç bir kalbi taşırım geceden.
Ben sana aşık olduğumu, ölsem söyleyemem."Elimdeki beyaz renkli kağıttaki yazıyı son kez geçirdim içimden.
Söyleyemezdim tabii.Bu iki dizenin, Özdemir Asaf'ın hangi duygularının dışa vurumu olduğunu ise o an merak ettim. Oysaki yazana kadar sadece kendimi düşünüyordum. Kendi hislerimi saklamıştım bu iki satıra ama bu satırların sahipli olduğunu aklıma bile getirmemiştim.
O an, o kağıdı yırtıp atma istemimi oluşturan ağırlık, bencilliğim miydi yoksa düşüncelerimin içinden kafamı nasıl görünüre çıkarabileceğimi bilmemem miydi, emin olamıyordum.
Emin olamadığım her saniye ise, kağıdı önümdeki dolaba bırakmam için; aksine düşüncelerimi, zihnimin gerisine iten bir el doğuruyordu kafamda.Derince bir nefes aldım, tozlu dolapların önünde dururken. Burnumdan aldığım nefes, tozları da burnuma buyur etmişken, elimi burnuma attım istem dışı. Burnumun üzerinde birkaç silkelemeden sonra ağzımdan koca bir nefes çıktı.
O nefesin, ağlamamak için kendimi sıkmamın bir ürünü olduğunu o an anladım.Hali hazırda çoğu zaman kendi bedenime sahip çıkamıyor gibi hissettiğimden dolayı, ani duygu belirtileri beni şaşırtmıyor, aksine kendi farkındalığımı yaratıyordu. Bana kalsaydı, bazı anlarda ne hissettiğimi bile bilmeyebilirdim. Ama vücudum her seferinde, çocuğuna bir şeyler yemesi gerektiğini hatırlatan anneler gibi bana, bir şeyler hissetmem gerektiğini hatırlatıyordu. Bu durumu o denli benimsemiştim ki, doğrusunu yanlışını düşünmemiştim hiç.
Bir şeyler hissetmek istememem yanlış mıydı?
Vücudumun bu tepkileri fazla mıydı?Ne kadar saçmaydı oysaki düşündüklerim.
Kendimi bir noktada hep kandırmaya çalıştıysam da, bazı şeylerden adım kadar emindim: Vücuduma yansıyan her refleks, ruhumun yansımasıydı. En ufak bir hareketim bile ruhumdan geliyordu, ona dayanıyordu.
Ruhumun bile var olmasını istemiyordum ben oysaki.Bu dünya, paralel evren, cennet-cehennem, reenkarnasyon... Ben bunların hiçbirine dahil olmak istemiyordum ki. Yok olmak istiyordum sadece. Yok olmak nasıl bir his, ben bunu tatmak istiyordum.
Belki de buraya son kez gelişimin nedeni buydu. Bir şeyler deneme umudu vardı içimde ama diğer seçenekler, göze aldığım her şeye rağmen gözümü korkutmaya devam ediyordu. Ya o evrenlerin birine rastlarsam korkusu, ya yok olamazsam korkusu... Şu yaşıma kadar kendime ve varlığıma karşı ilk defa bu denli cesaretli olmak istiyordum ama yok olmazsam, varlığımı adadığım her şey boşa gidecekti. İşte bu benim göze alabileceğim bir şey miydi, düşünemiyordum.
Kafam saçma sapan şeylerle doluyken, bana bir ışık gibi sadece bir düşünce gözüktüğünden beri ondan başka bir şey düşünemiyordum.Kafamı önümdeki dolaba yaslayıp ayaklarıma baktım. Düşüncelerim kafamda belirginleşirken, gülmek istedim kendime.
Göze aldığım her şey mi? Varlığım mı?
Sahi, ben var mıydım ki?
Benim sahip olduğum, elimde tutabildiğim, hislerden başka bir şeyim var mıydı ki? Bu içinde sürüklendiğim döngü, sahiden yaşam mıydı?
İnsanların derste olduğunu bilmesem, o an çığlık atardım. Çünkü nefes bile alamadığımı hissettiğimden, bir çığlık belki beni 'yaşatırdı' yine. Ama atmadım.
Ve anladım ki; insanların sınıfta olduğunu bildiğimden değildi bu, 'yaşam' denen şeye karşı umudum kalmadığındandı. Kafamı dolaptan çekip, alt kısmındaki boşluktan elimdeki kağıdı bıraktığımda fark ettim bunu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kuşanılmış intiharlar
General FictionYeşerdiğim tohuma hiç şükredemedim. Dönüp kendime baktığımda 'en azından iyi ki varım' diyemedim. Aksine, kendimi o tohumun ağırlığına hapsettiğimi fark ettim. Ne yalan söyleyeyim, bunları en başta o kadar da önemsemedim. Yüzüme tokat gibi inen hay...