3

143 13 6
                                    

CLARKE

"Clarke Griffin! Clarke Griffin! Clarke Griffin!"

Clarke nefes nefese bir şekilde gözlerini açtı. Hissettiği ilk şey ıslak yanakları ve birbirine yapışmış kirpikleri oldu. Daha ne olduğunu bile anlayamadan vücuduna bağlı tüm tüpler ve kablolar çıkarılmaya başlandı, kafasını gevşekçe tutan ağır metal uzaklaştı.

Kalbi güm güm atıyordu, ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Tek bildiği şey herkesi kaybettiği ve olanlara dayanamadığı gerekçesiyle intihar ettiğiydi. Tir tir titriyordu, konuşmaya dahi gücü yoktu. Yattığı yerden hızlıca doğrulup etrafına baktığında kendisinden biraz uzakta gözleri kapalı yatan Octavia'yı gördü. Az önce Clarke'dan çıkarılan tüm o cihazlar onda hala takılıydı.

Clarke ne olduğunu anlayamıyordu, sadece ağlıyordu. Pes edip her şeyi arkasında bırakıp gitmeye karar vermişken ölüm tarafından bile kabul edilmemişti. Derken tanıdık bir ses duydu.

"Clarke?"

Clarke hemen sesin geldiği yöne döndü. Gözlerinden akan yaşlara hakim olamıyordu, "Anne?" dedi boğuk sesiyle. Abby hızlı adımlarla Clarke'ın yanına gelip Clarke'ı kollarıyla sardı. Clarke burnunu annesinin omzuna gömdü, delicesine ağlıyordu. Sesi odanın her bir köşesinde yankılanıyordu.

  Nihayet ayrıldıktan sonra, "Anne- anne neler oluyor?" diye sordu hıçkırıklar içinde.

Abby, Clarke'ın yüzünü elleri arasına aldı. "Sakinleş, Clarke," dedi fısıltıya yakın bir ses tonuyla. Onun da gözlerinde yaşlar birikmesine rağmen o gülümsüyordu. "Her şey geçti. Güvendesin."

Clarke ne olduğunu anlayamadan Abby kızını tekrardan sımsıkı sardı. Clarke titreyen elleriyle annesini tutuyordu. İkide bir burnunu çekiyor, nefes almaya çalışıyordu.

"Lütfen bana ne olduğunu açıkla," diye fısıldadı Clarke. Abby, "Her şeyi anlatacağım, anlayabildiğim her şeyi. Ama dinlenmelisin Clarke," dedi kızını omuzlarından nazikçe tutarak. Clarke cevap vermeye hazırlanıyorken demir kapının önünde 3 silüet gördü. Abby'den yavaşça ayrılıp onlara yürümeye başladı. Ağlayarak Monty'e sımsıkı sarıldı, Monty de ona kollarını sıkıca sardı.

"İnanamıyorum," dedi Clarke gülümsemeye çalışırken. "Buradasın, gerçekten hepiniz buradasınız."

Harper, yumuşak ses tonuyla "Bizden kurtulmak o kadar kolay değil," dedi. Clarke Monty'den ayrıldıktan sonra gülümseyip Harper'a sarıldı. Harper'a sarılırken, arkada belirsiz bir yüz ifadesiyle duran Jasper ile göz göze geldi.

"Hadi ama Jasper," dedi Clarke hala titreyen sesiyle. "Sarılmak yok mu?"

Jasper'ın buğulanmış gözleri, bir süreliğine başka tarafa kaydı. İç çekti ve "Seni görmek çok güzel Clarke," dedi Clarke'a kollarını dolarken. Clarke, belli belirsiz sesiyle "Seni de," diyebildi.

Jasper ile ayrılmalarının ardından Clarke "Anlayamıyorum," dedi. "Ben- siz- nasıl oluyor tüm bunlar?"

Monty, "Biz de bilmiyoruz," diye yanıtladı. "Tek bildiğimiz şey dünyaya gönderilmemizden beri yaşadığımız her şeyin bir simülasyondan ibaret olduğu."

Clarke'ın ağzı şaşkınlık içinde açıldı, nefesi kesildi. Kalbi birkaç saniyeliğine atmadı. "Neyden bahsediyorsun sen?" dedi başını sallayarak. Jasper çekingen bir tavırla "Onu duydun," dedi. "Her şey bir yalandan ibaretmiş. Tanıştığımız herkes de öyle. Hepsini planlamışlar."

Clarke ne kadar kötü bir hale büründüyse, Monty ve Harper hemen onu sakinleştirmek için omuzlarını sıvazladılar. Madi'nin, Lexa'nın, Lincoln'un ve diğer tanıştığı herkesin bir kurgulamadan ibaret olduğunu öğrenmişti az önce. Dünyası durmuş gibi hissetti. Madi ile yaşadığı tüm anılar gözünün önüne geldi. Madi'nin kamp ateşi eşliğinde kucağına yattığı, birbirilerine hikaye anlattıkları o anılar. Sarıldıkları her anı. Tanıştıkları an. Öldüğü an.

The 100: SimulationHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin