on iki | zaafı sensin.
albany'den roket gibi fırlayıp I-35 karayolunu geçtiler ve sola dönüp eski alman kasabası boerne'nin yanından otoban 46'ya çıktılar. dağların üzeri meşe ağaçlarıyla ve sedirlerin kıvrık dallarıyla kaplıydı. gökyüzünde bulutlar toplanmaya başlamıştı.
wade önde, steve arkada oturuyordu. arabayı james kullanıyordu. otoban tabelasında bandera 10 km yazıyordu.
wade'in telefonunun titreşimi çalmaya başladı. wade telefonu önceden sessize almış, titreşimi açık bırakmıştı ve hayır, olamaz, dedi kendi kendine.
"bir telefon duyuyorum," dedi steve.
"benimki." wade'in avuçları terlemeye başladı.
"peter. tanrıya şükür." dedi james.
"cevap ver. ama bana yaklaştır, konuşmayı duymak istiyorum." steve öne doğru eğilip çenesini koltuğun üzerine yasladı ve kafasını wade'e yaklaştırdı.
wade telefonu çantasından çıkarıp açtı. "alo?"
"wade?" arayan peter'dı.
"sevgilim. tanrıya şükür, bir şeyin yok ya?"
"ben iyiyim. neredesin?"
"peter, tanrı aşkıma, kaçırıldığını öğrendim. neredesin?"
"wade. beni aradığın zaman tehlikede olduğumu nereden biliyordun?"
steve aniden dikkat kesildi.
"kahvaltı alıp eve geri geldikten sonra üç tane adam geldi. bana fbi'dan olduklarını söylediler ama ben sandım ki... pek tekin görünmüyorlardı ve bir acayiplik sezdim." wade o sırada iki farklı seyirci karşısında oynadığının bilincindeydi ve bu yüzden kelimelerini dikkatle seçmeye çalışıyordu. "daha çok gangsterlere benziyorlardı ama sanki devlet ajanı gibi giyinmişlerdi. eve girmelerine izin vermedim, peter."
"ne istiyorlardı?"
"sana annenle ilgili sorular soracaklarmış. neredesin, neler oluyor?"
"şu anda bir şey söyleyemem." dedi peter ve içi rahatlamış gibi derin bir nefes aldı. "sadece güvende olduğundan emin olmak istedim."
"ben iyiyim. yalnızca senin için çok endişelendim. lütfen nerede olduğunu söyle. her neresiyse gelirim."
"hayır. bu işe bulaşmanı istemiyorum. önce neler olduğunu anlamam gerek."
"haydı, sevgilim, nerede olduğunu söyle. bırak da sana yardım edeyim." steve eliyle wade'in omzuna dokundu.
"dün sabah nereye gitmiştin, wade?" diye sordu peter.
"o gece" -wade gözlerini kapadı- "o gece söylediğin şey beni biraz düşündürmüştü. sabahleyin arabayla gezintiye çıktım ve sonra da bize kahvaltı almaya gittim. uyandığında yanında olmadığım için üzgünüm, bebeğim. niyetim kafanı karıştırmak değildi."
"wade, new york'dan gitmelisin. benimle kendi hayatın arasına mesafe koymalısın. kimsenin sana zarar vermesini istemiyorum... peşimdeki kimsenin."
"peter. yardım etmeme izin ver. lütfen. nerede olduğunu söyle."
steve, wade'i kendine doğru çekti ve kulağını telefona daha çok yaklaştırdı. "seni seviyorum." dedi wade.
kısa bir sessizlik oldu. "hoşça kal, wade. seni gerçekten çok seviyorum. ama bir süre konuşabileceğimizi sanmıyorum."
"peter, yapma."
peter telefonu kapattı.
steve, wade'i itip cama yapıştırdı. "allah belanı versin, aptal herif!" wade'in kafası cama hızla çarptı. sonra steve'in silahının soğuk namlusunu gırtlağında hissetti.
"kenara çekeyim mi?" diye sordu james.
"hayır." steve cep telefonunu wade'in elinden çekip aldı, witch'i aradı ve az önce arayan numarayı araştırmasını söyledi. telefonu kapattı ve gözlerini wade'e dikti. "onu arayıp uyardın demek ha? aramadığını söylemiştin bana."
"hayır, onu uyarmak için aramadım. fbi'dan ya da cia'den uzak durması için bir bahane uydurmaya çalıştım. onlarla konuşmaması için."
"bunu yapmanı söylemedim sana," dedi steve.
"insiyatif kullandım. biz ona ulaşana kadar ağzından tek kelime çıkmasın diye susturmak istedim. sen zamanında ona ulaşamamıştın. polislerin onu kaçırmasına izin verdin. ama çok fazla bir şey söylemedim. tam telefonda konuştuğumuz sırada tony, polis arabasına saldırdı."
"bunu bana neden söylemedin?"
"çünkü delirirdin, tıpkı şimdi yaptığın gibi. onu aramakla elime bir bilgi geçmedi ama bizi riske atacak bir şey yapmış da olmadım."
"polis peter'ın cep telefonunu aldıysa arama kaydını ve senin numaranı görmüşler demektir."
"yedek telefon kullandım. çalıntı. izi bulunamaz."
"aptalca bir davranıştı." dedi steve.
"dosyaları alabilmek için onu canlı yakalaman gerekiyor. annesi senden ya da dosyalardan ona bahsetmiş olsaydı, bu durumda polise ya da cia'e konuşmasını engellememiz gerekecekti. amaç hem seni hem de onu korumaktı. ikimizin çıkarları kesişmişti." wade dikkatlice steve'in yüzüne baktı. kurşun namlusan çıktıktan sonra bir saniye içinde ölmüş olup olmayacağını düşünüyordu.
steve silahını indirdi. "şimdi sadakatinin derdine düşmenin zamanı değil. anladın mı?"
"evet, anladım." wade eliyle steve'in kolunu tuttu. "ailemi cia öldürdü, sense peter'ı da öldürmelerini ister miyim? eğer tony'nin yanındaysa ve onu tekrar ele geçirmeyi başarırsak, onunla konuşmama izin ver. bu işi benim halletmeme izin verirsen her şey çok daha kolay olur. lütfen."
"onu bizim tarafımıza çekebilir misin sence?"
"sanırım süreci başlatabilirim en azından. her şeyini yitirdi. benim dışımda. şu anda hassas bir durumda. onu kazanabilirim. yapabileceğimi biliyorum."
"seni sevdiğini söyledi." dedi steve.
"evet. geçen gece söyledi bunu bana." wade gözlerini camdan dışarı dikmişti.
"zaafı sensin demek," dedi steve, bir kahkaha atarak.
"öyle görünüyor."
"sana âşık olması işlerimizi kolaylaştıracaktır." dedi james, gülerek. "git bir kere becer ve biz getir her şey hallolur."
"kapa çeneni," dedi wade. james'in burnunu dağıtmak, bir yumrukla o pis sırıtışını ağzından silmek istiyordu.
steve'in cep tekefonu çaldı. cevap verdi. "witch, beni hayal kırıklığına uğratma." steve dinledi, sonra kafasını salladı. "teşekkürler," dedi ve telefonu kapattı. "telefonun sahibi paul granger adında biri."
"elektronik postadaki aynı isim," dedi wade. "ne kadar kaldı?"
"beş dakikadan az," dedi james. o sırada siren sesleri duyuldu ve kırmızı mavi ışıkları yanıp sönen bir polis arabası belirdi arkalarında.
toplumu sıkıntıya sokan insanlar için; ilk önce sorumluluk duygusuyla köklü bir eğitim verilmeli, eğer bir değişim görülmüyorsa izahı mümkün olmayanlar kesin bir kararla yok edilmelidir. // adolf hitler
bu söyleyiş hakkında ne düşünüyorsunuz?
kafalar karısık anksiyetem
ŞİMDİ OKUDUĞUN
паника - spideypool
Фанфикannesinin vahşice öldürüldüğü güne değin hayatı renksiz mabedlerin içinde geçen peter için işler gayet güzeldi. bir anda etrafı acımasız katillerle sarılan peter, o güne dek hayatında bildiği her şeyin aslında özenle inşa edilmiş bir yalanlar ağı ol...