2.

188 83 143
                                    

°Brooke°

Daha önce herhangi bir mekana, zamana ait hissetmediğiniz oldu mu? Sanki gözünüz görüyor, elleriniz hissediyor, dudaklarınız konuşuyor ama ruhunuz.. Sonsuz bir boşluk.

Anlamak ve anlaşmak istiyorsunuz. Söylemek ve dinlemek.. Basit bir çay bahçesinde ne kadar süredir orada olduğunu bilmediğiniz ılımış çayınızla akşam soğuğunda vakit geçirmek. Belki de hepimiz ufak bir balkon, bir paspas, minik bir masa, trabzanlarda sevgiyle büyüttüğümüz saksı çiçekleri ve iki fincan kahve istiyoruzdur.

Fakat her seferinde bir eksikle karşılaşıyoruz. Bazen ne olduğunu biliyor, bazen de aslında bildiğimizi sandığımız gerçeğin yanılgısıyla boşluğun içine çekiliyoruz, yine ve yeniden.

Ses tonundan anladığım kadarıyla biri genç ve öteki orta yaşlı iki adamın konuşması uğultularla kulağıma ulaştı. Kolumdaki uyuşukluğu hissedince kıpırdamamak için çaba gösterdim. Şuan sessiz kalmayı tercih ederdim.

"Bunun tamamen senin hatan olduğunu söylersem hakikate ulaşmış oluruz." dedi orta yaşlı adam. Kahrolası kel Fred.

"Sadece iki dakikalığına oradan ayrıldım, efendim. Kesinlikl-"

"Hangi yılda olduğumuzu biliyor musun, çocuk?"

"2020?" O'nun sesi.

Fred Cierr homurdandı.
"Bunun anlamı ne sence?!" Gittikçe yükselen sesini dizginlemek istercesine boğazını temizledi. "Her yerde güvenlik kamerası var. Aktivite bölümünün kapısına bile uğramamışsın."

"O kaçığın kuralları ihlal edip sürüsünü kaybetmiş domuzlar gibi koridorda dolanması benim suçum değil, efendim." Kaçık.

Eğer görevinin getirdiği sorumluluğu üstlenseydi şuan burada sorgulanıyor olmazdı. Ben de-... Aynı tedirginliği hissettiğimde bu konuyu tekrar açmamak üzere rafa kaldırdım. Tartışmanızı revir dışındaki herhangi bir yerde yapamaz mıydınız?

"Yeğenim olman sözlerinin duyulması halinde işini kaybetmene engel olabileceğim anlamına gelmiyor, Harry." Adam duraksadı. "Burada delilerle uğraşmak benim hoşuma gidiyor mu sanıyorsun?" Yeter.

Muhteşem oyunculuk kabiliyetimi sergileyerek hafifçe kıpırdandım. Göz kapaklarımın açılmamak için verdiği mücadeleyi kaybetmesi üzerine ışığı gördüm.. Bir de kıvırcık saçları.

Kolumdaki iğneyi hiç de nazik olmayan saniyelik bir hareketle çektiğinde inledim. Gözleri beni buldu, öfkesini hissedince kaşlarım istemsizce çatıldı. Kızgın olması gereken kişi o değildi, neden her zaman benim rolüm çalınıyordu?

"Bay Styles, hanımefendinin sağlığından emin olduğunuzda lütfen ona odasına kadar eşlik edin." Bakışlarını bana çevirdi. "Geçmiş olsun Bayan Levon, sonra görüşmek üzere."

Karşılık vermeme fırsat bırakmadan arkasını dönüp paslı sedyeyi aştı ve demir kapıyı çarparak odadan ayrıldı.

Hala sedyede uzandığımı fark edince doğruldum, pek rahat olduğu söylenemezdi. Belki de içinde çivili yatak vardı. Kendi ironime güldüm.

Solumdaki komodinin üzerindeki pamuk ve bandajı saçma sapan şekillere sokan çocuğa baktım. Henüz buradaydım ve görünüşe göre hastaydım, benimle ilgilenmesi gerekiyordu. Akraba ilişkilerine iş arayışlarını karıştırırsanız sonuç bu oluyordu demek ki. Tamamıyla bilgisiz çalışanlar ve haksız kazançlar.

Teorime aşırı dozda sinirlenip ayaklarımı sedyeden sarkıtıp fayansa atladım. Gerçekten sonu karanlığa çıkan bir uçuruma atlatmaktan farksızdı bu his. Zeminin ayaklarımla beraber döndüğünü gördüm. Baş dönmesinin verdiği refleks olsa gerek, elim başıma doğru gitti.

Tam o anda kolumun kıvrımında bir sıcaklık hissettim. Hücrelerim, ben daha ne olduğunu anlamadan parmaklarının değdiği noktadan bütün bedenime titreşimler gönderdi. Öylece kaldım.

Önce kolumu kavrayan eline, daha sonra başımı kaldırarak gözlerine baktım.

"Hayırdır?"

Kafası karışmış bir şekilde yüzümü inceledi.

"Ne?" Kısık sesle konuştu. Nefesi nane kokuyor.

Kafasının üstünde ampul yandığına yemin edebilirdim. Vücutlarımız arasındaki mesafeyi fark ettiği anda elini indirip önlüğünün cebine götürdü. Dört adım çekilip aptal pamuklarıyla uğraşmaya devam etti, ıslattığı dudakları aralandı.

"Seninle yeterince uğraştım. Bastığın yere dikkat et de kafanı kırıp başıma dert açma."

Buzullarda tişörtle geziyormuş gibi sarsılmamın tek sebebi konuşurken yüzünde beliren hissiz ifadeydi.

"Bir kaçık yüzünden işinizden olmak istemezsiniz." Başımı salladım, ayaklarımı güçlükle kapıya yönelttim.

Kapıyı arkamdan kapatırken izlendiğimi biliyordum, aklından geçen her ne ise umrumda değildi. Onları sinsice dinlediğimi belirtmemde sakınca görmüyordum.

Rowdale Mental Hospital'dan hastalara başka bir tabir kullanmaları elbette ki beklenemezdi. Hepimiz birer deliydik ve bu kaçınılmazdı. Biz sadece bu muyduk? Bir avuç deli.

Göğsümdeki boşluğu görmezden gelmeye çalıştım. O her zaman oradaydı. Bu seferki farklıydı sanki. Sebebinin herkese dert olan aşksızlık hissiyatı ya da sevgi görebileceğim bir insanın yokluğu olduğunu sanıyordum. Yanılmışım. Çünkü hücrelerimin her parçası yerine oturuyor gibiydi.

Nefret.

Kendimi çok daha iyi hissediyordum. Yanaklarımı acıtmaya başlayan sırıtmaya engel olamadım, aynı hızda çenemin yolunu çizen tuzlu yaşlara da.

Hepsinden nefret ediyorsun.
O'ndan nefret ediyordum.

.

.

.

.

İç savaşlar, iç savaşlar... Yazar burada diyor ki LET THE WAR BEGIN! Biraz Game of Thrones'vari olsa da yazarın şapşallığına aldırmayınız. Herkese ayırdığı vakit için tekrar çok teşekkür ederim. =)

Paracosm | h.sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin