21

32 19 8
                                    

Şimdi, Bay Nash, bana kalsa bu olaydan sonra yaşadığım şeyleri anlatmam. Zira bu uğursuz anıları hatırladıkça huzursuzlanıyor ve tekrar yaşıyormuş gibi üzülüyorum. Aslında bundan sonrasına, daha önemli ve artık bütün maskelerin düştüğü yere geçmek isterim. Lakin şu ana kadar yazdığım şeyleri baştan sona okuyunca pek az yeri atladığımı gördüm. Hatırınız için yazımın bütünlüğünü bozmayacağım ama rahatsız olduğumu ve bu durumun anlatacaklarıma yansıyacağını lütfen anlayın.


Kaçış planım başarısız olduğu gibi işleri daha beter hale getirdiği için artık tamamen çöktüm diyebilirim. Artık bir yerlere gitmem resmi olarak yasaklandı, güvendiğim tek şey elimden alındı ve daha dün mağdur iken şimdi durup dururken katil durumuna geldim. Ne tür bir günah işledim ki böyle bir bela bulup her şeyim yerle bir oldu diye hakikaten düşünmeye başladım. Davetiyeyi elime ilk aldığımda böyle bir fırsat sunulduğu için çok sevinmiştim, ama bu fırsatın kafayı sıyırma ve hapis olduğunu bilseydim hiç gelir miydim? Elbette gelmezdim fakat yine de kendime kızmaktan alıkoyamıyorum kendimi.


Odamda, kanepemin üzerinde erimiş gibi çökük ve tembel halde otururken geçiyordu bunlar aklımdan. Televizyonun siyah ekranına bakıyordum. Televizyon izlemenin iyi bir şey olmadığından emindim ama kapalı bir televizyonun insanın böyle canını yakacağını asla bilemezdim. Gerçi televizyon umurumda değildi artık. Hiçbir şey umurumda değildi. Belki de buradan kurtulmanın tek bir yolu var. Evet, Basilio'ya gidip Merisi'yi öldürdüğümü söyleyip en kısa sürede parmaklıklar ardına girmeliyim. Bu, kötü bir ceza gibi gözükebilir ama bu akıl almaz yerden kurtulmak en büyük ödüldür bana.


Bir ara gerçekten böyle yapmaya niyetlendim. Basilio'nun yanına nasıl gidip de ne diyeceğim konusunda düşünmeye başladım. Kapısını kırarcasına açıp paldır küldür içeri girsem ve yakasına yapışıp Merisi'yi öldürdüğümü, sıranın ona geldiğini mi söylesem? Bu çok mu agresif olur? Yoksa sakince karşısına geçsem ve umursamaz şekilde bir itiraf değil de bir anı anlatır gibi mi anlatsam? Ya da ikisini birleştireyim. Sakince yaklaşıp aniden üzerine atlamalıyım. Üçünü de uzun uzun düşününce aslında farklı sonuçlar doğurabileceklerini gördüm. Elbette istediğim gibi alıp götüreceklerdi beni buradan. Ama bir tanesi hapishaneye götürürken diğer ikisi tımarhaneye götürür beni.


Teşebbüs günümün yarısı, salonumda, kanepemin üzerinde yatıyor mu oturuyor mu belli değil bir şekilde durarak geçti. Televizyon izliyordum. Hayır, elbette açık değildi. Cihazın o siyah ekranında, zihnimden geçen düşünceler canlanırken neden açmam gereksin? Fakat elbette bir televizyon kapalı olsa dahi dinlenmeye ihtiyacı var. Ben de yavaş yavaş enerjimi tüketen televizyonumu kapattım ve arta kalan enerjiyi bedenime vererek yerimden kalkmaya çalıştım.Her ne kadar kafanızın içinde derinlere inseniz de yüzeyde kalan bedeninizin ihtiyaçlarını göz ardı edemezsiniz, Bay Nash. Siz, soyutlanmanın en yoğun halinde kaybolup gitseniz de ihtiyaçlarınız elini uzatıp sizi çeker alır oradan ve gerçekliğe getirip kederiniz ile baş başa bırakır. Doğal olarak ben de bu el tarafından çekildim. Uzun süredir zincirli olduğuma emin olduğum kederimi de peşime takarak beni kendimden koparmış olan açlığımı gidermek için mutfağın yolunu tuttum. Kapımı açtığım zaman kapı ile çerçevesi arasındaki kısa boşluktan bir kağıt düştüğünü gördüm ama umurumda olmadı. Merak gidermek, yemek yemekten çok sonra gelen bir ihtiyaçtır ne de olsa.


Not: Elinizde tuttuğunuz bu kağıdın kenarındaki kırmızı lekeye lütfen aldırmayın. Yazdığım sırada geçirdiğim bir öksürük krizinin silemediğim bir kalıntısı o sadece.


-41-


Asıl akşam yemeği saatinden sonraya kaldığım için ne yazık ki sıcak bir şeyler geçmedi boğazımdan. Odama döndüğümde ikiye katlı o kağıdı açıp okudum. Tam olarak "Bütün gece kütüphanede olacağım, konuşmak isterseniz gelebilirsiniz." yazıyordu. Bunu kimin bıraktığını görmemiştim. Bu kişinin kim olduğundan çok kütüphanede ne yaptığını merak ettim aslında. Öyle şeyler oluyordu ki kimin ne olduğu belli değildi. Beni yanına davet eden kişi, Merisi'nin katili olabilirdi. Banada mı göz dikmişti şimdi? Yoksa bana utanmadan tuzaklar kuran o üçlü, bir üyesini kaybedince işi hızlandırıp çabucak halletmek mi istiyordu?


Sahi, umurumda olmalı mıydı? Zaten ben burada ölmüş bitmişken bunu fiziksel hale geçirmek ne kadar kötü olabilirdi? Gidecektim. İster katil olsun, ister düşmanlarım olsun isterse de kütüphaneye adım attığım an topyekün herkes üzerime saldırsın. Odama girip etrafa bakındım. Her şey aynı yerinde duruyordu ve ben yemek yerken kimsenin odama girmediğinden emin oldum. Lavaboda yüzümü yıkayıp kendime geldikten sonra kapımı kilitledim ve yukarı kata yol aldım.


Az önce düşündüklerim, belirli bir yere kadar geçerli oldu. Merdivenleri çıkıp koridorda yürüyene kadar sakindim ama kütüphanenin kapısına yaklaşınca içimi büyük bir tedirginlik ve heyecan kapladı. Bir yandan bunun kesin bir çağrı değil kibar bir seçenek olduğunu hatırlayıp vazgeçmek ve geri dönmek istiyordum ama öbür yandan beni çağıran kişinin kim olduğunu merak edip oraya girmek istiyordum. Kararsız kaldım. Odalardan birinde saklanırsam belki o kişi bir ara dışarı çıkar ve kim olduğunu öğrenebilirim diye düşündüm. Ama en iyisi kendi gözümle görmekti. Bu kadar şüphe etmeye gerek var mıydı ki?


Kütüphane kapısının önünde durdum. Parmaklıklı penceresinden baktım ve tek tük ışık hüzmeleri hariç hiçbir ışık olmadığını gördüm. O ışıkların kandillerden dolayı olduğunu biliyordum, eğer burada birileri olsaydı, daha güçlü bir ışığa ihtiyaç duyardı. Belki de gerçekten son dakikalarımı yaşıyordum. O kişi, kütüphane numarasıyla beni bu sessiz ve boş koridora getirmişti belli ki. Korkudan titremeye başladım. Gözlerimi koridorun her yanına gezdirdim ama kimseyi göremiyordum. İyi saklanmıştı, beni ummadığım bir anda avlamayı bekleyen bir sadistti. Her yerden çıkabilirdi. Koşmak, kaçıp gitmek istedim. Ama yapamazdım. Hızlı koşabilen biri değilim ben. Sırtımı dayadığım bu duvardan ayrılır ayrılmaz bir aslan gibi üzerime atlayıp beni paramparça edebilir. Artık ölecektim. Ecel terleri döküyordum. Yaklaşan ölümü görebildiğim halde kaçamıyorum. Gidemiyorum. Kapana kısıldım, kendi elimle katilime teslim ettim kendimi.


Kurtulmak istiyordum ve belki kurtulabilirdim de. Dümdüz koridorda etrafa bakındım, tutup kendimi savunabileceğim bir şeyler aradı gözlerim. Ama yoktu. Baştan sona döşenmiş gri parkeler ve üzerime gelmeye başlayan krem renkli duvarlar dışında bir şey yoktu. Aniden bir kapının ardından ses geldi. Kalın ve susmak bilmeyen bir ses. Yoksa katil orada mıydı? Peki ya o hala devam eden ses neydi öyle? Aklıma gelen olasılık ile kaçıp gitme isteği geldi içimden. Yapabilir miydim? Tir tir titreyerek kaldığım bu yerden, birazdan büyük bir vahşet yaşatacak olan o elektrikli testereden kaçabilir miydim? Başka çarem yoktu. Yaşamak istiyorsam acilen gitmem gerekiyordu buradan.


Fakat beklediğim gibi olmadı. Evet, bir kapı açıldı ama bu kapı, deminden beri korkuyla izlediğim o kapı değil hemen dibimdeki kütüphanenin kapısıydı.


-42-

Tepenin GözleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin