Roséanne Park'ın anlatımından:
Birilerinin istekleri için kendimi feda etmeyi bırakmam gerekiyordu. Aksi takdirse karşılaştıklarım benim için çok da mutluluk verici olmayacaktı.
Büyük bir karın ağrısı çekiyordum. Bu ay bedenime asla dikkat etmemiştim. Çok soğukta kalmıştım, kalın da giyinmemiştim. Zaten bu hep olurdu, on sekizden beri ben, ben değildim. Annemin yokluğundan beri geceleri üzerim açık, yılın son aylarında üşütmüş olurdum.
Çünkü ben hâlâ annesinin gelip üzerini örteceğine inanan o küçük kızdım.
Bunun mümkünatı yok, biliyorsun. Lâkin kafanın içindeki iblisler camdan duvarlarını kırıp kalbinin her bir yanına dokundurmaya bayılıyorlar.
Belim de ağrıyordu. Sanki bacaklarımdaki tüm güç çekilmişti ve bu yüzden kayıplara karışmak üzere olan mantığım olduğum yere çöküp soğuk zeminde acıyı katlamaktansa birkaç adım ötedeki odama girip yorganı kafama kadar çekip acının bitmesini beklemenin çok daha mantıklı olduğunu söylüyordu.
Eskiden anneme sarılırdım, bedeni sıcacık olurdu onun ve kokusu beni sakinleştirirdi.
Lâkin on sekizim ve sonrası...
Masanın üzerinde titreyen telefonuma bakmaya tenezzül etmeyerek içi dolu sıcak su torbamı kucaklayıp ayağımdaki yumuşak panduflarla odama girip buz gibi yatağın içine bedenimi aldım.
Gözlerimi sımsıkı kapattım, bilirdim, bu acıyı yok etmezdi ama benim acım nasıl dindirilir ondan da haberdar olduğum söylenemezdi.
Karanlığın içinde, acının bitmesini bekledim. Ben hep beklerdim, onlar gelirdi, ben hep beklerdim, onlar giderdi. Benden hiçbir şey kalmazdı, onlar bilmezdi. Acı kapımı çalardı, onlar o kapı tıkırtısına kulaklarını kapatırlardı.
-
Uyku tüm uzuvlarını sarmıştı fakat yastığının altında titreyen şeyde neydi? Bekledi, bekledi, bekledi... Daha sonra o iç gıdıklayan titreşimler kesildi.
Acı hâlâ vardı. Oradaydı ve sanki birisi onun kasıklarını tüm gücüyle sıkıp parçalıyordu. Ne kadar ilaç içerse içsin o, hiçbir acısına şifa bulamıyordu.
Uykuya tamamen tekrar dalacakken telefon kesik kesik değil, uzun süreli olarak titremeye başladı. Ah, en son telefonunu sessizden çıkarmıştı, dersler için erken kalkması gerekiyordu. Sanki hiç bir şey olmamış gibi o okula gidecek, o insanların yüzünü tekrar görecekti.
Roséanne asla git demezdi, kal da demezdi. Kendine ne kadar zarar verirse versindi insanlar, gitmek onların tercihi olmadıkça onlar hep Roséanne'in hayatındalardı.
Ve o telefon hâlâ titremeye devam ediyordu.
Tüm gücü çekilmiş kollarını yatağın içinde hareket ettirdi ve yastığına ulaştı elleri. Mantığı şuan cidden çevrim dışıydı. Onu şuan kimin arayacağını bilmiyordu, muhtemelen normal bir durumda olsa dahi kimin aradığını bilemezdi.
Gözlerini açmadan çağrıyı cevaplamayı başarabildi ve kısık sesli olduğuna emin olduğu telefonunu kulağına götürdü. Konuşmadı, karşı tarafın sorusunu, sesini duymayı, söyleyeceğini bekledi. Kim olduğunu şu durumda merak da etmiyordu.
"Roséanne," diyen kalın sesi duyunca şaşırdığını hissetti. Tüm tüyleri de kalkmıştı, kimdi bu? Sesi çok güzeldi, tınısı insanı dipsiz bir kuyudan çıkarıp bulutların üzerine bile koyabilirdi. O sesin tınısı Roséanne'e göre bir ömür, geceler boyu ninni diye dinlenebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tears killed her | vrosé
FanfictionOkyanuslar seni sayıklar. Çünkü okyanuslar kaybeden ve kaybettiğini sananların gözyaşlarını da içine saklar. Öyle bir karmaşa götürüyor ki orayı, zihin kadar karanlık dibinde ölüm var. Ve ben tüm o yaygara arasında; sen ölmek istediğinde kırık düşün...