İçimde o kadar büyük bir acı var ki, onu soluduğum her yer acı.
Zihnim kalabalık bir cadde gibiydi. Donuk sesleri sokaklarında saklayan kaldırımlar, uğultu seslerinin yükseldiği gecekondular... Eski hatıraların çığlıkları, anne ve babamla son görüşmemiz, zihnime dolan eski acılar, en yakın arkadaşımın beni hep ikinci plana atması... Ve konuşacak kimsemin olmadığını kavramam.
Bu derinden hissettiğim acıyı içimde tutmayı öğrenmem gerekiyordu, madem paylaşarak azaltamayacaktım, o halde içimde bir duvar daha örüp acıyı o duvarlar arkasına saklayacaktım.
Bir kez daha.
Üstelik bir sorunum daha vardı. Bir anlık galeyanla yalan söyleyerek evi terk etmiş, önünü arkasını düşünmediğim içinde gecenin bir yarısı okulda kalmak zorunda kalmıştım ve soğuk sınıfta yanımda bir erkekle oturuyordum.
Bana sarılmış bir erkekle.
Uyuşan uzuvlarımı hissedebildiğimde geri çekildim ve panik vücuduma geri dönerken gidebildiğim kadar duvar kenarına geriledim. Tavrımdan huzursuzluğumu kavradı ve anlayışla karşılayarak o da geri çekildi ve aramıza belirgin bir mesafe koydu. "Sınırımı aştıysam üzgünüm... Seni öyle betin benzin solmuş görünce ne bileyim, aklıma başka bir şey gelmedi." Sesinde, tavrında sarhoş halinin zerresi kalmamış gibiydi.
"Teşekkür ederim." dedim düz bir sesle. Başımı önüme eğdim. "İyiyim."
Bakışları yüzüme düştü ve biraz oyalandı. "İyi olduğuna emin misin? Seni bulduğumda ağlıyordun."
Ağlıyor muydum? Elimi refleksle yanaklarıma götürdüm ve nemli olduğunu fark ettiğimde utandım. Çok nadir ağlayan, daha doğrusu ağlayamayan bir insandım, birkaç hafta içinde üç defa ağlamıştım ve ikisi onun yanında gerçekleşmişti. Utancımı bastırmak için, "Beni nasıl buldun?" diye sordum kısık bir sesle. "Daha doğrusu, neden aradın?"
Omuz silkti ve bakışları sıranın üzerine düştü. "Seni aramıyordum, uykum bölündüğü için geri uyuyamadım ve biraz hava almak için dışarı çıktım..." Bakışlarını bana çevirdi. "O sırada bir güvenlik görevlisi karşıma çıkıp, 'kız arkadaşını arıyorsan yukarı çıktı, iyi görünmüyordu' deyince," Yanaklarım ısındı, gözlerimi kaçırarak sıraya baktım. "Sıcacık kütüphaneyi benim yüzümden terk ederek o soğuk sınıfta uyumaya karar verdiğini anladım... Gerisi malum işte, bir bayana karşı centilmence davranmam gerekirdi, suçlu hissederek kütüphaneye geçmeni teklif edecektim ama seni bu halde bulunca..."
"Anladım." dedim gözlerimi sıranın üzerinden ayırmadan.
"Eee? Geçmek ister misin?" Bu davranışı karşısında biraz mahcup olmuştum, başımı olumsuzca salladım. "Zaten hava aydınlanmak üzere, birazdan yurda geçerim."
Sırada geriye yaslanarak kaykıldı ve cebinden telefonunu çıkardı, ekrana baktığında kaşları havalanmıştı. "Oo, güneşin doğmasına daha iki saat var, o zamana kadar donarsın burada."
Davranışları beni şaşırtıyordu, neden samimi ve iyi davranıyordu?
"Sorun değil," dedim. Soğuğa alışkınım ben.
"Bak hasta olursun." Dedi bir çocuğu uyarır gibi. "Hem sen gitmezsen ben de gitmem, kıçımız donar burada."
İçimden gülmek geldi ama kendimi tuttum. "Lütfen sen git."
"Neden dışarıda kaldın?" İlgiyle bana baktı, cevabımı merak ediyordu. Bakışlarımı kaldırdım ve gözlerine diktim ama orada bir saniye bile tutamadan yakasına düşmüştü gözlerim. Bunu açıklamak istemiyordum, bu yüzden sorusuna aynı şekilde karşılık verdim. "Sen neden dışarıda kaldın?"
Dudağının bir kısmı hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. "Gerçekten merak mı ediyorsun yoksa sorumu mu savuşturmaya çalışıyorsun?"
Açık sözlülüğü karşısında yanaklarım ısındı ve kızardım. "İkisi de."
İç çekti ve bakışları karşısındaki duvarın üzerinde durdu. "Çünkü burası evimden daha yakın."
"Fakültene mi?" diye sordum boş bulunarak.
Güldü ve soruma sessiz kaldı. "Ee, sen peki?"
Ne diyeceğimi bilmiyordum, tam anlamamakla birlikte de olsa sorumu yanıtlamıştı. Cevaplamazsam ayıp olurdu. Yüzüme beklentiyle bakarken sesimin titrememesine özen gösterdim, insanların gözlerini dikip yüzüme bakması beni her daim tedirgin ediyordu ve ne kadar çabalasam çabalayayım bunu aşamıyordum. "Evde..." diye mırıldandım tutuk bir sesle. "Bir şeyler oldu, ben de daha fazla orada kalamadım ve yurda döndüm ama geç geldiğim için dışarıda kaldım ve buraya geldim." Fazla mı açıklama yapmıştım? Omuzlarım gerginlikle kasıldığında ellerimi sıranın altına götürüp sıktım.
Başını anladım dercesine salladı. Ellerini kucağında birleştirerek, "Aile meseleleri mi?" diye sordu.
"Evet."
Sanki daha ilgili göründü. "Sorun mu çıktı?"
Ellerimle oynadım. Cevaplamayacaktım ama kendimi tekrar, "Evet." derken buldum.
"Çok mu kötü?"
Başımı önüme çevirdim. Çok mu, az mı bilmiyordum. Genelde olan şeylerdi, sadece hala alışamamıştım, alışamıyordum.
Dudaklarımı yaladım. "Bu sefer ki... Sanırım tahammül sınırımın üstündeydi."
"Tahammül etmek..." diye mırıldandı bakışları önüne dönerken. "Tahammül etmek zorunda kalmak, yoruyor olmalı."
Hem de nasıl diyemedim.
Ruhum, ruhum çok yoruluyordu.
"Ama neyse ki uzaktasın, bir gelecek var önünde. Hayatının akışını değiştirebilirsin." Sesi umutluydu.
Ellerime baktım. Bir gelecek var mıydı gerçekten? Ben... Ben gerçekten bundan yıllar sonra çok farklı yerlerde olmak istiyordum. Umutsuzluğumun içime çöreklenmesine izin vermek, bununla oyalanmak... Zaman kaybediyormuşum hissi veriyordu.
Ona göz ucuyla baktığımda bana gülümsemişti. Gülümsemesinde bir art niyet, kötülük emaresi yoktu.
Üstü kapalı da olsa birine anlatmak... İyi hissettirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Önce Kendini Unut
Teen Fiction"Neden ağlıyorsun?" diye tekrar sordu. Sesi biraz peltekti ve sarhoş olduğu belliydi. Muhtemelen ben uyuyakaldığım esnada o arka sıralarda sızmıştı. Sarhoş bir erkekle sınıfta mahsur kalmıştım! Harika. Gözlerimi elimin tersiyle silerken, "Ağlamıyoru...