Acı.
Hissetmeyi bıraktığımız andan sonra, nergisin göz yaşları ile dolu gölete akıttığımız her bir duygu, can yakıyor. Acıtıyor, çokca. Elinden giden herşey, sadece acı verir. Yangına ateş, ateşe ateşle cevap. Barutun ölüm kokan kömürleri ateşi nefretle körüklediğinde, yalnızca bir baruta neler neler sığdırabileceğimi anlıyorum. Barut, ölümün sonuçlandığı bitişin sebebiyeti ve yeniden doğuşun simgesi. Kan kırmızısı ateş göz bebeklerinde parlamaya başladığında nefret de doluyor her bir hücremize teker teker. Şırınganın içindeki o küçük hava parçacığı kadar zararsız görünen ölüm sebebi. Barut adı altında saklanmış bir çok hiss vardı burada. Nefretin rengi veya boyutu olmazdı ancak, ancak yemin ederim ki onun gözlerindeki nefreti gördüğünde ölmeyi isteyecek kadar çok nefret ediyorsun, kendinden ve bu gözlerden. Nefret öyle yayılıcı bir çirkef ki kanına dolan nefretin ateş gibi sana sıçrayacağının farkına bile varamazsın. Tahmin edemezsin.
Bunun gibi, sıkıntı ve fırtınalı havanın boğuculuğuyla birlikte nemli odanın bir kenarında oturmuş, içimi döküyorum iki üç kağıda. Uzun zamandır açmadığım defterimi ilk defa bu gün açıyorken geçmişin bir gün bile öncesinde de bırakmaya devam ettiğim gençliğimin verdiği toyluk gülünç hissettirdi. Ki daha bir kaç ay bana oldukça içli gelen sözlerimin şu an çocukca geliyor oluşu: sadece sürekli değiştiğimin göstergesiydi, fikrimce. Yine bu yazdıklarımın iki haftaya kalmaz benim için pek saçma geleceğini biliyorum ama inanın, şu an bile yazasım yok. Sadece, sadece dayanamamak vardır ya, usanmak, dolmak veya. Onun gibi. Doluyum, öyle doluyum, öyle kinli ve bir o kadar nefret ile yanıyorum ki. Bağırmak, sesimi duyurmak, hatta çığırmak istesem bile avucuma verilecek tek şey ölüm. Değil bağırmak, sesimi çıkartırsam ertesi gün ölü bedenimin sokağın ortasında asılı oluşuna sebebiyet vermekten korkuyorum. Veya ertesi gün parmaklıkların ötesinde kısılıp kalmaktan korkuyorum. Herkesten ve yaşamdan nefret etsem bile, evet. Ölümden korkuyorum.
İnsan oğlu bu, canı acımasın diye yapmadığı şey kaldı mı sanki. Sıcacık olsun yatağı, sevgi görsün yüreği. İnsan oğlunun rahatlık için yapmayacağı şey yoktur. Bugünün gururlusu yarının fahişesi olur aniden. Korku işledi mi canına, köpek gibi yere çökmezse şaşar kalırım aslında. Ben de doğam gereği böyleyim işte. Ölmek için dua eden bir insan nasıl olur da ölümden korkar, cevabını bilerek ölsem en azından. Böyle, evim demek dilimden gelmediği yerde, kimsecikler olmadan ve kimseleri görmeden geçirdiğim kaçıncı gün, inanın fikrim yok. Sahi, pencereleri bile açmıyorum, nasıl bileyim güneşin beni saat kaçta ısıtacağını?
Biliyorum, biliyorum merak ediyorsunuz. Şu an sadece defterime, duvarın çatlağına ithafen yazıyorum bu cümleleri, başka kimse. Aylar oluyor, soğuk Alman kışında tıkılıp kalalı ve savaşın bizi götürdüğü kadar daha da dibe götürdüğü günlerin sürekli artması aylar oluyor. Ölüm kokuyor her yer biliyor musun, ölüm kokuyor. Her an kapım çalınacak da iki kurşuna gidecek bu canım diye ödüm kopuyor. İnsan ne ile yaşar, insan ne için yaşar.
Sadece nefretle dolu olan kalbimde bir zamanlar bir şeyler olduğu gerçeği beni bazen çıkmaza sürüklüyor. Özellikle, tavana bakmaktan başka meşkulliyetim olmadığı bu günlerde kafayı sıyıracak gibi hissediyorum. Çıldıracak, makasım olmadığı için kesemediğim uzun saçlarımı yolacak, hatta bir zamanlar çiçeklerin takıldığı: şu an ise su yoksunluğundan kirlenmiş oluşları yüzüme tokat gibi vurulurken onları çekmek ve teker teker etrafa serpiştirmek istiyorum. Yüzümü kesmek, ve bunun gibi bir çok acı verileceği sanılan şeyi yapmak. Ama hayır, vermiyor. Ne acı ne kahır ne üzüntü. Hissedemiyorum, hissedemiyorum. Hissettiğim tek şey nefret ve bu hakta söyleyebileceğim sözlerin sayısı diğer tüm duygularımdan daha fazla.