24

31 17 8
                                    

Bana kötü kötü bakan kapıya meydan okumadaki cesaretim fazla uzun sürmedi. O utanç verici olayın yaşandığı andaki gibi içerisi karanlıktı ve belli belirsiz bir ışık görebiliyordum. İçeriye girmek için kapıyı araladığım an, göğsümde taşıdığım cesaretim bir anda yere düşüp parçalanıverdi. Bir an önce toparlayıp yerine koyabilmek için gözlerimi yere diktim fakat koridordan vuran ışıkla yerde oluşan siyah gölgem dışında bir şey göremedim.


Paramparça olan cesaretimin yerini olabildiğince kaygı doldururken gözlerimi yerden kaldıramadım. Yavaş ve ürkek adımlarla içeri girerken, beni izleyen Cheney ile göze göze gelmemek için olabildiğince uğraştım. Dün yaşanan olay yüzünden zaten yeterince mahçuptum ve şimdi, gözlerimi ona çeviremeyecek kadar pişmanlık hissediyordum yüreğimde. Utancımın ağırlığıyla ezilen gözlerimi serbest bırakamadan odanın ortasındaki ahşap masaya doğru adım attım ve durmam gereken noktaya geldiğimde bir yüzle değil bir sırtla karşılaştım. Yoksa bu Cheney değil miydi? Bir anlığına, bir sapık gibi tepesinde dikildiğim kişinin kimliğinden şüphe eder hale geldim. Bir insanı sadece sırtına bakarak tanımak mümkün değildir, Bay Nash ve ben de bir imkansızı gerçekleştirmedim. O anki ruh halimin de etkisiyle, hiç de hoş olmayarak karşımdaki adamın sırtına dokundum. Dokunduğum beden, öncelikle ani ve hafif bir sıçrayış gerçekleştirdi ve ardından bana döndü. Bu sefer olması gerektiği gibi durunca tanıdım. Evet, ne olduğunu anlayamayıp korkmuş şekilde bakan o gözler, Cheney'e aitti.


"Ah, siz miydiniz Bay Ozario? Okuduğum kitaba dalmışım, kusura bakmayın." dedi hafifçe gülümseyerek.


Ne demek ben miydim? Yoksa başka birilerini mi bekliyordu burada? Belki de merkezdeki arkadaşlarını buraya çağırıp benim saçmalıklarıma güleceklerdi. Cevabı duymak için izin almadan karşısındaki sandalyeye hücum edip oturdum.


"Hayır," dedi gücenmiş bir şekilde. "Kimseyi beklemiyordum. Beni şaşırtan da bu oldu."


O zamanlardaki akli bulanıklığım sebebiyle doğru düşünemediğimi siz de görüyorsunuz, Bay Nash. Ama keşke zorlayarak da olsa doğru düşünmeye çalışsaydım diye hayıflandığım günler de bunlardır.


"Hele ki sessizce yaklaşmanızı hiç beklemiyordum. Beni korkuttunuz, Bay Ozario, her gece buna devam edeceksiniz herhalde." dedi bu sefer daha çok gülümseyerek. Sadece espri yapmaya mı çalışıyordu yoksa bana laf mı çarpıyordu emin olamadım. Emin olduğum tek şey vardı ki zaten az önce yerlerde sürünüp gölgelere saklanan moralim şimdi iyice gömülüp gitti.


Söylediklerini hoş karşılamadığımı anlamış olacak ki hemen müdahale etti. "Aslında suç benim," dedi gözlüklerini çıkarıp gözlerini ovuştururken. "Koridordan yansıyan ışıktan hoşlanmadığım için sırtımı kapıya döndüm. Kandil ışığında okuma yapmak gözleri yorsa da böyle bir ortam için ideal."


Sonrasında bir sessizlik oldu. O, gözlüklerini yeniden yerine oturturken konuşma sırasının bana geldiğinin farkına vardım. İyi de ben odamda kendimi cesaretlendirirken burasını düşünmemiştim ki. Aklıma gelen tek şey, bir an önce Cheney ile konuşmak olmuştu. Ne konuşacağımı bir an bile düşünmemiştim. Bir şeyler söylenmeye yeltendim. Fakat kapıdan girdiğim andan itibaren göğsüme oturmuş endişe, dilime zincir bağlayıp ses çıkarmasını engelliyordu sanki.


"Evet?" dedi karşısındaki adam söyleyeceği kelimeleri bir araya getirirken. Halen bir yanıt alamayınca konuşma işini kendisi üstlendi.

Tepenin GözleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin