Bir süre ne diyeceğimi bilemez halde etrafta dolanıp durdum. Magnus ise karşımda susmuş, tepkimi bekliyordu.
"Bunu senden sakladığım için üzgünüm ama yapabileceğim başka bir şey yoktu. Büyücülerden nefret ediyorsun ve sana bunu söylemem sonum olurdu."
"Söylememiş olman da çok iyi sonuçlanmayacak bence. Bunu saklamamamıydın, sonuçları ne olursa olsun! Seni neden istiyordum ben sanıyorsun. Çünkü sana güveniyordum ben. Yalandan nefret ediyorum, benden bir şeyler gizlenmesinden de nefret ediyorum ve sen gidip böyle büyük bir şeyi benden sakladın ve beni kandırdın."
"Sana bunu söylesem beni istemezdin yanında."
"Ne yani? Seni olduğun gibi kabul etmeyecek birisi ile olmak sana doğru mu geldi cidden?"
"Hayır doğru gelmedi, başlarda yaşadığım tereddütlerin en büyük sebebi de buydu zaten Alec. Ama ben... kendimi kaptırdım. Senden bunu saklamak benim için de çok zordu."
"Ne düşünüyordun? Kendimi ona aşık edersem zaten ne olursa olsun beni kabul eder mi dedin kendine?"
"Gerçekten, hiçbir zaman böyle düşünemedim. Zaten eninde sonunda bitecek diyordum, o zaman çekip gidecektim ve... her şey bitecekti."
"Ya... demek öyle olacaktı." Deyip cebimde duran yüzüğü çıkardım ve ona fırlattım. "Bak bakalım öyle mi olacaktı?"
Magnus kutuyu açıp içinde duran yüzüğe bakmıştı öylece.
"Seni buraya getirmekteki amacım sana evlilik teklifi etmekti." Deyip derin bir nefes aldım. "Artık bir önemi yok çünkü seni görmek bile istemiyorum."
"Alec... Alec lütfen böyle yapma." Deyip bana yaklaştı Magnus. "Lütfen... kestirip atmayalım."
"Ben çoktan kestirip attım. Şu atı alıp saraya dön ve hemen eşyalarını topla. Sarayda kalmanı istemiyorum. Eşyalarını topladıktan sonra nereye gideceğine karar vereceğim."
"Sen saraya nasıl döneceksin?"
"Bir şekilde dönerim ben." Dediğimde hafifçe gülmüştü.
"At sende kalsın." Dedikten sonra elini havada salladı ve arka tarafta garip bir büyü duvarı oluştu. "Sen oraya vardığında eşyalarımı toplamış olurum."
Sonrasında o şeyin içinden geçip bir anda gözden kayboldu. Bense öylece boşluğa bakmak zorunda kalmıştım.
....
Saraya vardığımda attan hızlıca indim ve Magnus'un odasının yolunu tuttum. Dediğini yapmış, çoktan eşyalarını toplamıştı.
"Gördüğüm üzere gitmeye hazırsın."
"Söylediğim ya da söyleyeceğim hiçbir şey fikrini etkilemeyecek. O yüzden ne dersen kabul edeceğim." Deyip bana döndü ve sonrasında duvara yaslandı.
"Ailende büyücü olan kişi kim?"
"Babam. Onun güçlerini taşıyorum."
"Bunca zaman kraliyeti kandırdı mı yani?"
"Hayır. Kralımızın, yani babanın bu durumdan haberi vardı. Babamın ona birkaç sefer yardımı dokunduğu için Krallık topraklarında büyü yapmama şartı ile babamın yaşamasına izin vermiş. Kısaca kimseyi kandırmadık."
"Buna inanmamı mı bekliyorsun? Babam benden daha fazla nefret ediyordu büyücülerden."
"İster inan, ister inanma. Durum tam olarak böyle."
"Ailenin şimdilik Krallık sınırları içinde yaşamaya devam etmesine izin vereceğim. Sen de onların yanına döneceksin. Ne bahanen olursa olsun benden izinsiz bu sarayın yakınında ya da içinde seni görürsem direkt olarak sürgün yersin."
Başını tamam dercesine sallamıştı.
"İtiraz etmeyecek misin?"
"Hayır, dediğim gibi ne dersen onu yapacağım."
"Ailen hakkında da düşüneceğim. Dediğim gibi, şimdilik burada yaşamaya devam edebilirsiniz. Bu konuyu araştıracağım, dediğin doğruysa eğer kalmanıza izin verebilirim."
Bir şey demeden bana bakıp başını önüne eğmişti.
"Büyücü olduğunu kimler biliyor?"
"Kimsenin haberi yok."
"Raphael?"
Magnus başını olumsuz anlamda sallamıştı.
"Bana yalan söyleme! Hastalandığın zaman büyücü bulup getiren kişi Raphael'di. O yaşlı büyücü tanıdık gelmişti bana, o da büyük ihtimalle babandı. Kısaca bu durumu o da biliyor."
"Tamam evet biliyor ama onun bir suçu yok. Lütfen, sarayda kalmaya devam etsin."
"Bunu düşüneceğim. Tüm eşyalarını topladın mı?"
"Bana ait olanları aldım, diğerleri burada kalabilir. Benden sonraki gözdene verirsin, ziyan olmasın."
"Benimle böyle küstahca konuşma."
Magnus sessiz kaldıkça kafayı yiyecek gibi oluyordum.
"Bundan sonra ismimi kullanarak bana hitap etme, yine eskisi gibi konuşacaksın."
"Ne gerek var ki, bir daha karşılaşmayacağız zaten." Deyip alayla gülmüştü. "Ne düşündüğümü, ne hissettiğimi bile merak etmiyorsun. Sadece senin isteklerin olmak zorunda. Zaten böyle olması beni yoruyordu. Kendi içimde acı çekiyordum. Ama sanırım seni sevdiğim için her şeyi görmezden geldim ama senin aynısını yapmayacağını bilmem gerekiyordu."
"Haklıymışsın gibi davranıyorsun. Yaptığın şeylerin hiçbir haklı noktası yok. Seni sevmem için gerçekleri saklıyorsun, sonra da beni kabul etmiyorsun diye yakınıyorsun. Kabul etmeyeceğimin başından beri farkındasın ve saklamışsın zaten, şimdi gelip bana bu şekilde konuşma."
"Bir şey demediğimi varsay o zaman." Deyip eliyle yine bir şeyler yaptı. "Bu arada bu bir portal, büyücüler gidecekleri yere çok kısa bir zamanda bu şey sayesinde ulaşıyor."
Birkaç eşyasını portal denen şeyin içine attı ve sonrasında bana bakıp gülümsedi.
"Hoşçakal. Ve seni gerçekten sevdiğimi de unutma."
Bir anda portala girdi ve yine öylece gözden kayboldu. Anlamsız bir halde etrafıma bakınmaya başlamıştım.
Bu kadar çabuk olmasını beklemediğim için bir süre kendime gelmeye çalıştım. Yatağa oturup derin bir nefes aldıktan sonra tekrar etrafıma bakmıştım.
Daha fazla direnir ya da itiraz eder diye düşünmüştüm ama beni her zamanki gibi yanıltmıştı. Gerçi ona herhangi bir seçenek sunmadım, fikrimin değişmesi de imkansızdı. Bunu bildiği için itiraz etmeyi yersiz görmüş olmalıydı.
Artık bu saatten sonra kime güvenebilirdim, kimi sevebilirdim ki?
....
Ben Alec'e üzüldüm lan :(