0.1| "Yuvamızın son çocuğu.."

174 22 9
                                    

1 Eylül 1961

Yeni bir eğitim yılının başlaması sebebiyle Hogwarts'ın büyük bahçesi öğrencilerle doluydu. Kendi kendine giden arabalardan inen çocuklar birer birer hızla büyük şatoya giriyor, uzun zamandır görüşmediği arkadaşlarını görmenin heyecanını yaşıyordu.

Dolunay kendini bulutların arasından iyice belli etmeye başlamış, kapkaranlık Hogwarts Ormanı'nı aydınlatıyordu. Orman, binbir çeşit canlıyı kocaman kollarının arasına almış, hepsine yuva olmuştu. Tepesinde hâlâ kar olan dağların etekleri büyük bir derenin kenarından ormana bakıyordu.

"Ona bakmak zorundasın, bizi biliyorlar. Saklandığımızı biliyorlar." diye fısıldadı siyahlar içinde bir kadın. Sert bakışları ve elindeki yayıyla insan gövdesi ve başına sahip olan bir atla konuşuyordu. "Sizi öğrenmeleri imkansız Madam. Yıllardır sizi koruyorum, sizin için yıldızlara bakıyorum.. Bana hiçbir şey söylemediler." diyerek çekinceyle kadının kucağında sarılı duran bebeğe baktı. Kendisi gibi kendi türü de biliyordu, bu dünyanın bir koruyucusu vardı. Kendisinden umut kesilen bir koruyucu. "Sen de o da iki türün son umudusunuz Aisa." İki dağın arasında kalan karanlık vadi bir anda parlamaya başladı. Kadın hızla elindeki asayı ışığın kaynağına çevirdi. "Onu al ve sakın arkana bakma! Onu almalarına izin veremezsin, korumak zorundasın." diye bağırdı kadın, bebeğine son kez bakarken. At adam bebeği kucakladığı gibi, büyük dere yatağının üzerinden atlayarak ormanın içine doğru koştu. Çıkardığı sesler, acı bir feryat misali ağaçları kesiyor, onun bu feryadını duyan Yasak Orman sakinleri de ona eşlik ediyordu. "Yuvamızın son çocuğu.." diye fısıldadı bebeğe bakarken.

Aisa kader tanrılarının bulunduğu at adam soyundan gelen son fertti. Her bir kader tanrısı soyunun, koruması gereken insan bir aile bulunurdu. Aisa'nın ailesi hesaplanamayacak yıllar boyunca bu aileye hizmet etmiş, dost olmuştu. Bir at adamın güvenini kazanmanın zorluğu bir yana, onların özgürlüğüne kısıtlama gelmesi imkansızın tanımıydı bu dünyada. Aisa, ne oldu da bu iki soy birbirine bağlandı bilmiyordu, at adamların sırlarla dolu bir yaşamı olurdu; ormanın derinliklerine doğru koşarken bildiği tek bir şey vardı, bu bebek son umuttu.

Bütün Hogwarts öğrencileri, yataklarında yerlerini almış, tüm şatonun ışıkları sönmüştü. Rüzgarın çatılarda yaptığı keskin uğuldamanın dışında, ormanın derinliklerinden şatoya doğru yaklaşan bir ses topluluğu vardı. Bu ormanda yaşan canlılar, Hogwarts'tan olabildiğince uzak yaşamaya çalışırken gittikçe yaklaşan bu sesler okul müdürünü yeterince rahatsız etmişe benziyordu.

"Bir şeyler oluyor Albus." diyerek yaklaştı Minerva McGonagall, müdür yardımcısı. O da ormana bakan pencerenin pervazına yanaştı. Sesler git gide artıyor, daha belirgin olmaya başlıyordu. "At adamlar.." diye fısıldadı Dumbledore. Hızla bahçenin merdivenlerini inerken, şatoya doğru koşan devi gördüler. "Daha önce böyle bir şey görmediydim! Olmadıydı hiç!" diye bağırarak yanlarına yaklaştı. "Bir fikrin var mı Hagrid?" Hogwarts'ın bekçisi hararetli hararetli olanları anlatırken, bir yandan da durdukları yerin yanındaki evini gösteriyordu.

Ağaçların arasından, elinde büyük kanlarla kaplı yayı olan bir at adam göründü. "Albus Dumbledore.. Hogwarts müdürü.." yaklaştıkça, gövdesindeki kesikler, hâlâ saplı olan oklar ve sırtında mışıl mışıl uyuyan bebeği gördüler. At adam, yavaşça dizlerini toprakla buluşturdu. "Son şans.. dünya.. aile.." birbirinden bağımsız birkaç kelime sonrası büyük beden, tok bir sesle toprağa çarptı. Profesör McGonagall, derin bir iç çekişle bebeğe doğru atıldı ve küçük bedenini toprağa çarpmaktan kurtardı.

Ölü at adamın arkasında belirmeye başlayan düzinelerce at adam; toynaklarını yere, ellerini ise göğüslerine vurarak yas tutuyorlardı. "Aisa, kader tanrısı soyundan gelen son kişiydi. Bu bebeği canı pahasına korudu, peşindeki sizin gibi büyücü insanları öldürmek zorunda kaldı." At adamların lideri bebeğe yaklaşarak onu kucağına aldı. "Onun geleceği ancak sizinle parlak, yıldızlar ona bu yuvada parlıyor.." diğer dostları da bebeğe yaklaşarak ona bakıyor, hepsi battaniyesinin içine ufak tefek şeyler bırakıyordu. Hogwarts müdürü bunun anlamını elbet ki biliyordu, o çok önemli biriydi ve terk edilemeyecek kadar da değerliydi.

At adamların lideri Pentagon, elindeki bebeği ve battaniyesinin içinde birbirine çarptıkça ses çıkaran bir sürü şeyi dikkatle karşısında bulunan kadına verdi. "Biz onu sizin gibi koruyamaz, sizin öğrettiğiniz şeyleri öğretemeyiz. Onu terk etmeyin, bu ormanın ve bizim de onun ailesi olduğumuzu söyleyin." diyerek bebeğe son bir kez baktı.

Güneş ilk ışıklarını perdesi aralık pencereden içeri sunarken, Minerva McGonagall kucağındaki bebeği zar zor uyutmuştu. "Ben bunu yapamam, biz bunu yapamayız Albus. Duyarlarsa gideceğimiz yer hiç kuşkusuz Azkaban olur." diye fısıldadı, ateşi sönmüş şöminenin yanında duran adama. "Hogwarts sırlarla dolu ve bu en büyük sır Minerva. At adamları duydun, dün gece dolunay vardı.. Bu o." kapıdan dışarı çıkarken uzun gri pelerinini savuşturdu.

Minerva McGonagall, yorgunluktan bitap düşmüş hâlde bebeğin yanına kıvrıldı. Tek yapması gereken yaşı gelene kadar ona bakmaktı, hep bir kızının olmasını istemişti ya.. Artemis Diana McGonagall, hiçbir şeyden habersiz bu dünyanın en bahtsız ama şanslı kızıydı.

Umarım okurken beğeneceğiniz bir hikayeye başlıyoruzdur. Hoşgeldiniz ve hep gelin lütfeen Varsa yazım ve noktalama hatalarım, şimdiden affola, iyi günler dileriim!

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 12, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

daughter of hogwarts |• maraudersHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin