Yağmurun ısısı ve sisler altında biriken gece, ruhu süzüp adımlarının yumuşaklığı altında ses buluyordu. Bir düşüncenin yansıması olan gözlerinin odağı kayıptı ve düşünceleri yalnızlıkla yalnızca içine dönüktü, siyah bir şemsiyenin altında sadece zamanı ve biriken anılarını düşünebiliyordu. Şemsiye bir hevesle yağmuru ona düşünce bulutu yapıyor ve altında boğulmasına neden oluyordu, hayat boyunca biriktirilen bütün anıların karşılığı işte bu düşünce bulutu içinde yığılmaktaydı ve bu bulutta boğulan, nefes alabildiğini fark edecek kadar düşüncelerinin hakimiydi.
Yağmurun içine attığım dev adımlar bu düşüncelerin kontrolündeydi, dev olan düşüncelerimdi. Üzüntü gerçek miydi? Sahiden üzülüyor muydum? Yarın sabah kalktığımda bu duygularım toz olup gitmiş olacaktı. Ama işte şu an buradaydım ve düşünceler, duyguların kontrolüne geçmişti. Buna baskın gelmek çok zordu. Nasıl düşüncelerden kurtulabilirdim? Kurtulursam insan yanım kalır mıydı? Kalmazdı bence. İnsanın duygusallığında kalmak istiyordum henüz. Peki bu bana acının dehşet çığlığını duyurmayacak mıydı? Çığlık atmak istiyordum, haykırmak istiyordum!
Hayır, hayır, hayır... Şu an olmaz. Birisi duysa beni anlayacak mıydı ki? Çığlığımın bir anlamı olacak mıydı duyan kimseye? Sadece ben anlayabilirdim. O zaman ne yapmalıydım, eve mi gitmeliydim?
Anahtarı çevirdim, zaten düşüncelerimin adımları evimin bahçesine getirmişti beni. Demir kapıyı ittim ve adımladım ve ileride kapı ve evet içerdeyim. Usulca üstümü çıkarmaya başladım. Yağmurluğum ve botlarımdan sıyrıldıktan sonra adımladım, bir yandan kazağımı kıvırdım belimden, rengi kadar koyu bir tonla yere düştü. Ne varsa çıkardım üstümde, salona kadar yürüyen zemin tenimin kalıntısının barındığı kıyafetlerle süregelmişti. Işığı açtım... Ev boştu. Boş olacağını zaten biliyordum, bu bir umut muydu içimde can çekişen? Hayır! Onu görmeliydim oysaki!
Yavaşça örgülerimi çözdüm, ruhumu dinledim, gittikçe yorgun düşen ruhumu. Ellerim yüzümü okşar gibi çıktı önce, bacaklarım taşıyamadı beni, çöktüm, çöktüm, çöktüm. Ben miydim yerde halının ortasında ölü gibi oturan, ruhumun yerle bir olmuş hali mi? Yüzümü okşayan ellerimin gizli kuytularından yaşlar süzüldü yavaşça. İşte en çıplak halim, en savunmasız halim karşımdaydı. Okşayarak çıkan ellerim hırçınlaştı, sanki yüzümü yırtmak ister gibi aşağı tırnaklarını geçirerek, sanki bir dağcının kayarkenki son umudu gibi yüzümü hançerleyerek indi. İşte çözülüyordum.
Ellerim saçlarımı yolmak ister gibi çıktı ve saçlarıma asıldı, derin bir çığlık koptu göz yaşlarımın arasından, hayır bu yetmezdi! Kalbimden kopan ikinci çığlık içimdeki yalnız çocuğu tatmin etti. Katılarak, nefes alamayarak, konuşmaya çalışarak, kahrolarak, yere güçsüzce yumruk savurarak ağlamaya başladım.
İçinde olduğum karanlık annemi misafir ediyordu. Karanlıkta annemin son gülümsemesi vardı, bu şahit olabildiğim son sahneydi. Geride kalan otuz günün ardındaki bu çırpınışım bana yeni bir kimlik vermek içindi sanki. Şahsiyetimin kaygan bir yokuştan ağaca çarparak durduğunu hissediyordum, kemiklerim kırılmıştı. Bu acının bitmesi için hemen kaçabilirdim, uyku beni sevgiyle kucaklayacaktı, hatta belki zihnimi kandırır ve bana kabus yaşatmamasını isterdim. Bunların çekiciliğine karşı bir korkum vardı, ya bu yeni kimliğimin oluşumunu sersemletirse... O zaman acılarım devam edecekti belki de.
Düşüncelerim çokçaydı, öfkem beni ele geçirmiş titrememe neden oluyordu, neye olduğunu bilmediğim öfkem. Usulca saçlarımı okşamaya başladım, buna delicesine ihtiyaç duyuyordum, kendimin şefkat kucağı olmuştum.
Hıçkırıklarımı duyuyordum, aslında bunu hissetmem gerekirdi. Sanki ruhum bedenimi uzaktan izliyordu, hatta ona olan işkencesini bitirmiş gibi bakıyordu. Uykumun beyaz ışığı beni sarmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YÜZENLER
General FictionBoşluk ve gri üzerine birtakım ruhsal değişimlerin yansıması