hayatımın en güzel kahvaltısı.
sabah uyandım. pencereden baktığımda gri bir gökyüzü gördüm. gülümsedim. aklımda gerçekleştirmeyi çok istediğim bi plan vardı, ve en kısa sürede bunu gerçekleştirmeliydim. bu yüzden, derin bir nefes aldım, esnedim ve kalktım. yüzümü buz gibi bir suyla yıkadıktan sonra aynada kendime baktım, gülümsedim. gözlerimin çok şanslı olduğunu düşündüm, çünkü bu hayattaki en güzel insanı görebiliyordu. çok mutlu olduğumu hissettim, çünkü az sonra kahvaltıya indiğimde onun orda olacağından, yanına oturup kokusunu duyacağımdan emindim.
güzel bi müzikle hazırlanmaya başladım. gün batımı turuncusu tişörtümü giydim, dün akşam yıkayıp yattığım uzun saçlarım dalga dalga olmuş, hacimlenmiş ve apayrı bir güzel olmuştu. saçlarımın bu kadar uzun olmasının bi sebebi var.
onu ilk tanıdığım gün, yıllar yıllar önce. ilk konuşmalarımız. o zaman saçlarım henüz omuzlarıma bile varmıyor. uzun saça bayıldığını öğreniyorum, hatta "dişi dediğinin upuzun saçı olacak, belinden sarılırken ellerinde tel tel yumuşacık saçı hissedeceksin." demişti… o an üzüldüm çünkü saçım kısacık sayılırdı. o günden sonra hiç kestirmedim. hiç. sadece bi kere toparlansın diye azıcık ucundan aldırmıştım.
saçlarıma kadar seviyordum onu. saçlarıma kadar. dediği en ufak şeyi yapmaya çalıştım hep. “yeşil rengini seviyorum.” öyle mi? hemen gider yeşil kıyafetler alırdım. “oof halley’e bayılıyorum.”
"gerçekten mi? bende bi kaç paket var istediğin zaman sana getiririm."
"şimdi varsa getirsene."
"tabi ki"
aslında halleyim yoktu ve on dakika içinde halley bulmak için hiç koşmadığım kadar koşmuştum. o günden sonra mutlaka halley taşırım yanımda. ne olur ne olmaz. o sever ya.bütün bunları hatırladıkça daha da gülümsüyorum… nasıl da kıymetleniyor bütün bu anılar, iki aydan daha kısa bir süre kaldıkça.
her neyse. saçlarıma baktığımda bile kafama hücum eden binlerce anı var. "şu an yanımda" diyorum, rahatlıyorum. şu an benimle, o yüzden sorun yok.
saçlarımı güzelce topladım, çiçek kokulu hafif parfümümden sıktım.
kahvaltıya indim.onu göremedim. biraz bozuldum tabi. belki daha uyanmamıştı? belki de yapmıştı önceden. derin bir nefes aldım, tabağıma bikaç ufak şey doldurdum. simit peynir zeytin ve çay. sade bir kahvaltı. denize bakan o kocaman pencereli masaya oturdum. koskoca deniz, parıldıyor önümde. orman dökülüyor sahile doğru. sıcak çayın kokusu..
derken başka bi koku hissediyorum aniden, bu koku? bu.. çingene? kafamı çevirir çevirmez tabağını yanıma koyduğunu görüyorum, allahım gerçek mi bu? allahım öldüm de cennette miyim? yanıma kendi isteğiyle mi oturmuş yani? ama bu imkansız?!
"günaydın." diyor, uykulu bas bi erkek sesi. allahım bayılacağım, nefesim kesiliyor, öldüm de, öldüm de en güzel erkek hurilerinden birini mi getirdin karşıma…
"………………….. gü.. günaydın."
gülümsedi. GÜLÜMSEDİ. ve yanıma oturdu. hala inanabilmiş değilim, kesin öyle delirdim ki sevdadan, halüsinasyon görmeye başladım. yoksa..
o çayını almaya giderken arkasından baktım. kendime çeki düzen vermeliydim, saçlarımı biraz daha dalgalandırdım, tişörtümün dekoltesini düzelttim, parfümüm iyice yayılsın diye elimle yelpazeledim biraz.
çatalı nasıl tutacaktım?! çayı nasıl içecektim?! simiti nasıl yiyecektim?! kolumu nereye koyacaktım?! nasıl oturacak nasıl nefes alacaktım?!! o yanımdayken her şeyi unutuyordum işte! her şeyi, küçük bi kıza dönüveriyordum hemen, küçük aptal bi kıza.çayını almış geri dönüyordu. içimde fırtınalar eserken, sakin durmaya çalıştım. sırtımı dikleştirdim ve gaaayet doğal davranmaya çalıştım.
o.. ben.. deniz… bulutlar.. açılmaya başlayan güneş.. onun kokusu… yanağındaki küçük ben ve o gamzeleri… uzamaya başlamış hafif sakalları … sadece ikimiz… kahvaltı.. çay… simit… sesi..
sessizce kahvaltı yapmaya başladık. ama bir kelime konuşmadan! allahım nasıl geriliyorum nasıl, “nolur bişey söyle” diye yalvarıyorum içimden, bişey söyle.
ama ben başladım ilk tabi. kendimi tutamadım.
"nasılsın?"ve gerisi…
neredeyse 45 dakika süren bir kahvaltı sohbetine dönüştü…bana soğuk davranmıyor? ben de onu terslemiyorum? ona öcü gibi davranmıyorum? bütün o yaşadıklarımız? belki o da güzel günleri hatırlıyordur her sabah? belki o da.. özlemiştir?
bana şiir yazmıştı ilk aylarımızda. o çok güzel şiir yazardı. çok güzel resim çizerdi. zaten, onunla ilk resim sayesinde tanışmıştık. o da iyi resim çiziyordu bende, sonra ortak bi projede görev aldık… ve bum! geriye kalan dört yıl boyunca hep ortak projelerle geçirdik… çok iyi basketbol oynardı, çok iyi giyinir, çok iyi şarkı söyler, çok iyi dans.. çok iyi dans ederdi.
bunların hepsini çok iyi yaptığını, biliyorum. çünkü bizzat kendim gördüm ve hatta, bizzat beraber yaptık. hepsini anlatırım ilerde belki. ilk dansımızı basketbol maçımızı ortak yaptığımız tabloyu, hediyeleştiğimiz şiir kitaplarını, söylediğimiz şarkıları. hepsini tek tek.
şimdi o kütüphanenin diğer ucunda ders çalışıyor ve ben bu şarkıyla ona bakıp bakıp yazıyorum.
belki şimdi o da benimle aynı şeyi düşünüyor, belki, hala kahvaltıyı kafasında tekrar tekrar aklına getirip izliyor… belki.
acaba o da benim onu düşündüğüm kadar beni düşünüyor mu? acaba benim, onun saçlarına hayran olduğum kadar, saçlarıma hayran mı? çünkü dediğini yaptım. belime kadar upuzun dalgalı saçları, uzattım. onun için, bunu yaptım. acaba hoşuna gidiyor mu? ya da ne biliyim.. onun o uzun kapkara gözlerini sevdiğim kadar, benim kapkara gözlerimi seviyor mu?
o da beni düşünüyor mu hep…
o da yazıyor mu benim için…
acaba o da, gitmeden önce son kez öpmek için yanıp tutuşuyor mu..keşke bi iksir olsa da pat diye yok etsem şu aramızdaki hala direnen buzdağlarını… giderek eriyorlar, yaz geliyor diye belki, ama eriyorlar.
"beni seviyormuşsun?"
"nerden biliyorsun?"
"kuşlar söyledi."
"o zaman bak bu da dudaklarımdan dudaklarına, kuşların hediyesi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Araf
Chick-LitBir zamanlar göğsümün kafesinde büyüttüğüm sevgiye dair masum -ve parçalanmış- öyküler. Yitik anılarımın arasından çıkardığım küçük sahneler... Ona çingenem dedim, çünkü bir çikolata koyuluğunda teni, kahve kokusu ve taze, kıvrak vücuduyla en sevdiğ...