Nereye gittiğini bilmeyen sular ucu bucağı olmayan ırmağın ahengine kapılmış sesiz durgun bir şekilde süzülürken rüzgarın gücüne dayanamayan ağaç dalları yorgun bir omuz gibi düşürmüş sağ sola savrulmasına izin veriyordu.Kış ayının sert ve soğuk havasına bakmadan köprüden gelip geçen insanlar köprünün sonuna gelince yollarını ayırıyor başka yönlere gidiyor. Hayatlarına devam ediyorlardı.Neşeyle gelip geçen arkadaş grupları yılların vermiş olduğu tecrübeleri yorgun omuzlarında belli olan amcalar dünyanın acısını hüznünü umursamazlığını tatmamış yeni filizlenmiş fidanların hiç bırakmayacağını düşündüğü annesinin elini sımsıkı tutan çocuklar.Acılar, dertler, mutluluklar, vedalar, sevgiler daha bir çok duygu ve eylemler hayatın olmazsa olmasızıydı. Biz insanlar kendimiz seçmezmiydik dostlarımızı, arkadaşlarımızı ve hayat arkadaşımızı. Biz insanlar hep biz insanlar yapardık iyi de kötüyü de hep biz insanlar seçerdik. Canımızın yanacağını bile bile kor ateşlere girer yeterince yandıktan sonra kendimizi buzlara atar ateşi söndürmeye çalışırdık.Fakat ateşi söndüremez o ateşle yaşamayı öğrenirdik.Biz insanlar minik bir serçe gibi öleceğimizi yok olacağımızı bile bile gözyaşı dökenlerdik.
Kapının sesiyle defterimi kapattıp çalışma masamın soğuk çekmecesine bıraktım.Kapıyı açmamla soğuktan kızarmış ufak bir burun, neşeyle bana bakan bir çift göz elinde paketle içeri davet etmemi bekleyen güzel bir kız;
-İçeri davet etmicek misin ?
Diyerek sevimliliğini korudu.
-Ahh sadece şaşırdım. Seni beklemiyordum.
Dememle vucüduna ağırlık yapan montunu, beresini ve atkısını çıkarıp askılığa astı.
-Kahve içmek ister misin?
diyip mutfağa girdi;
-Ben yapabilirim ama senin elinden de içmek güzel olur.
Keyfime düşkün bir adamım ben bazen karnımdan gelen açlık seslerini bile bastırır yatardım. Tek üşünmediğim şey yazmaktı. İkinci sınıfta öğretmenimizin verdiği yaz ödeviyle başlamıştım. O günleri hatırlıyorum da her gün yaşadığım duyguları yazarken oflar puflar sinirlenirdim.Canım sıkılırdı. Şimdi öğretmenime minnettarım kimseye anlatamadıklarımı kağıda kalemimin ağzından kendi fikrimden yazıyordum.
Kahvelerin yanında gelen kutuyu önüme koyan Nila'ya gülümseyerek kutuğu açtım. İçinden çıkan küçük bir fotoğraf albümünü elime alıp sayfalarını çevirmeye başladım. İlk tanıştığımız günden başlayıp bu güne kadar olan bir çok anının fotoğrafıyla küçük küçük notların barındığı albümü görünce baya duygulandım. Ve ona sıkıca sarılıp teşekkür ettim.
Nila böyle bir kızdı. Ne doğum günümü ne de özel günleri unuturdu. Her zaman ki gibi sevgililer gününü unutmamış hediyemi getirmişti. Onun için sevgililer günü sevgi paylaşım günüydü. Biz de yakın dostuz senin kutlamıcam da kimin kutlucam diyerek her yıl hediyemi alırdı.
-Akşam yemeği ne dersiniz Madam
-Çok gelmek isterdim fakat akşam Poyraz'la çıkacağız.
-Başka bir zamana artık.
Gülümseyerek saatine baktı;
-Artık kalksam iyi olucak akşama hazırlanmam lazım Bay Oduncuk.
Ona kapıya kadar eşlik edip o üstünden atmış olduğu
ağırlığı tekrar üstüne geçirirken onu izledim. Yanağıma bıraktığı öpücükle kapıdan çıkıp Poyraz için hazırlanmaya gitti.
Poyraz Nila'yla arama giren oldukça karizmatik bir o kadar romantik, Nila'nın anlattıklarına göre onun sevgisini hak eden ve benim hiç tanışmadığım sevgilisiydi. Yaklaşık iki yıldır beraberlerdi fakat benim en yakın arkadaşımın sevgilisini bir kez bile görmemiştim.
Albümü elime alıp tekrar bakmaya başladım. Ne zaman çekindiğimizi bilmediğim bir çok resim ve benim için yazdığı notlara gülüyordum.
Aslında konunun Nila olduğu herşeye gülüyor ve seviyordum.Ben onu seviyordum onun haberi yoktu. Onun gözleri aydınlatırdı gecemi gene haberi olmazdı.Onun sesi şarkılarım olurdu haberi olmazdı. İzlediğim en güzel flim onunla olan videolarımdı. Kahve içmek onun hediye ettiği bardakta güzeldi. En güzel resim onun inci gibi dişlerini gösterdiği resimdi. Evimi onun sayesinde güzeldi. Yazılarım onun sayesin de anlamlanır can bulurdu fakat gene hiç birinden haberi olmazdı.
Ben ona aşıktım; o Poyraza aşıktı. Poyrazın kime aşık olduğu şüpheli. Poyraz benden bir adım öndeydi. Benden sonra tanımış benden önce kazanmıştı Nila'yı. Benim gökyüzümdü Nila. Gözleri gökyüzüne bedeldi zaten adı kadar uçsuz bucaksızdı benim için. Onun gökyüzüne hiç bir zaman dokunamıcaktım. Onun ki kadar da mavi olamazdı benim gökyüzüm. O bana en yakın arkadaşım derken ben ona hayat arkadaşım diyordum ya ben yanlıştım ya da o çok doğruydu. Aslında doğru yada yanlış yoktu. İki farklı kalp iki farklı gökyüzü vardı. Dünyalar aynuydı farklı olan gökyüzünün aldığı renklerdi. Benim ki gri onun masmaviydi gözleri gibi.
Gene birikmişti yalnızlığım böyle zamanlarda annemle babamın yanına giderdim. Bugün de öyle yapmalıydım. Onların sonsuza giden aşklarını ziyaret etmeye gitmeliydim. Ceketimi alıp evden çıktım.
Annemin "Hoş geldin yavrum" dediğini duyabiliyorum. Yanlarına uzanıp onlara Nila'yı anlattım. Dinlediler beni arada bir annemin bana sevgiyle bakan gözlerini hissettim üstümde. Babamın beni anladığını biliyordum. Babam "Ne olursa olsun onu sevmekten vazgeçme. Bu savaş sana mutlaka mağlubiyet getirecek Tolun sen sevgine sahip çık" dediğini duydum.
-Baba yıldızlar kadar parlak hiç bir maviye benzemeyen mavi gözleri bir gün bana aşkla bakıcaksa beklemek bana bayram gibi gelir. Asıl korkum bir gün onun yokluğuna alışmam. Ben onun benim sevgimi ifşa edeceğini biliyorum ya tamamen benden giderse ya yokluğuna alışırsam. Korkuyorum baba onu kaybetmekten bir gün yanım da görememekten korkuyorum.
Diyerek yıldızlara bakarak sustum. Yattığım yerden kalkıp üstümü sirkeledim. Ardından yanımda getirdiğim suyu annemin beyaz güllerinin üzerine döküp bir gül daha dikip ayrıldım mezarlıktan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NİLA (Mavi Gökyüzü)
RomanceDört harf nasıl bu kadar çok canımı yakar nasıl bu kadar çaresiz bırakırdı insanı? Dostça bakan gözlere aşkla bakmak saygısız olmazdı dimi?