Tanıyalım,tanışalım..

8 2 0
                                    

Bazen insanlar rüya görmedikleri zaman sadece karanlık siyah bir yer görürler. Bazıları ise sadece beyaz ve aydınlık. Siyah görenler 'Keşke beyaz, daha aydınlık bir yer görsem' derken beyaz görenler ise 'Keşke rüya görsem.' Diye hayıflanırlar ve biz kabus görenler 'Keşke siyah görsek' Deriz. İşte hayatta budur. Biz kabus görenler, siyaha hasretken siyah görenler ise beyaza hasrettir. İnsanoğlu hep daha fazlasını ister azla yetinmez. Benciliğini asla kabul etmez.

Gözlerimi güneşin ilk ışıklarıyla araladım. Demek isterdim fakat odamda bir pencere yoktu. Keşke güneş ışıkları gözüme gözüme vurup beni derin uykumdan uyandırsaydı da bunun için her gün yakınsaydım. Fakat böyle bir şey burada imkansızdı..

Bugün okul günüydü. İçimde bir heyecan yoktu. Hiç bir şey hissetmiyordum. Bir şeyler öğrenmek çok hoşuma gidiyordu. Şayet, burada böyle ve bu şartlar altında olmasaydım kesinlikle astronomi okumak isterdim. Yıldızları, gezegenleri daha iyi anlamak isterdim. Bu, kör birine renkleri tarif etmek kadar imkansızdı. 

Yerimden kalktım. Yattığım divanın gıcırtısı sessiz ortamda yankılandı. Bu ses, çok rahatsız ediciydi. Odama baktım. bir sandalye küçük bir dolap ve elimi yüzümü yıkamam için lavabo ve tabii ayna. Çişim gelirse ortak banyoya gidiyordum. Hem banyo hem tuvalet vardı orada. 

Aynanın karşısında kendime baktım. Kızıl saçlarım artık gürdü hem de eskisinden daha gürdü. Ellerim saçlarıma gitti. Yumuşak dokusu rahatlatıyordu. Kızıl saçlarımı babamdan almıştım. Küçükken havuç diye dalga geçerlerdi, deliler. Ancak sonradan aynaya baktıkça saçlarımı birer ateşe benzetmeye başladım. Cayır cayır yanan ateş. Mavinin en açık tonu olan gözlerim temiz bir su gibiydi. Ateşi söndüren beni dizginleyen bir su. Dolgun dudaklarım ve beyaz tenim de  tıpa tıp annemdi. Anneme benzemek acı veriyordu bana. Sahi anneme dair ne hatırlıyordum ki? Sadece yeşil gözleri.. Diğer tarafları birer hayaldi sanki artık. Belki de şimdi sallıyorumdur.  Belki de ,annemin ne yeşil gözleri vardır ne de dolgun dudakları. İçten içe anneme mi benzemeye çalışıyordum yoksa? Hayır hayır ben anneme benzeyemezdim. Asla!

Yüzümü soğuk suyla iyice yıkayıp düşüncelerimden uzaklaştım. Sandalyemin üzerindeki etek ve gömlek ikilisi yüzümde bir gülümsemeye yol açtı. Dediğini uygulayamayan bir Deliriçe mi? İlginç...

Yeni farkına vardığım siyah ayakkabılarla da, yüzümdeki gülümseme iyice arttı. Vay anasını, bizim Deliriçe iyi mi oluyor yoksa? 

Gri duvardaki siyah saate çevirdim kafamı.15 Dakika sonra kahvaltı başlayacaktı. Hızlı olmam gerekliydi. Geç kalan aç kalır mantığı ile ilerleyen bir tımarhane de kalıyordum. Odamdan çıkıp hızlıca ortak banyoya girdim. İçerideki kötü koku, midemi bulandırıyordu. İşimi çabuk halledip çıkmalıydım bu iğrenç yerden. Tuvaletlerin bölümüne girince kokunun kaynağını da keşfetmiş oldum. Delinin biri muhtemelen deliği tutturamayıp ulu orta yere bağırsaklarını dökmüştü. 

Bu görüntüyle birlikte çişim de kaçmıştı tabii. Yüzümü buruşturup hızlıca çıktım eminim ki okulun tuvaletleri buradan daha çiş yapılası bir yer olmalıydı. 

Tekrar odama girdim hemen. Eteği havaya kaldırıp iki yana salladım. Koyu mavi, siyah ve gri çizgilerin hakim olduğu etek, Hoş duruyordu. Elim bu sefer gömleğe gitti. Düz beyaz bir gömlekti. Gömleği kaldırmamla birlikte içinden siyah, uzun bir şey düştü. Evet evet bunu biliyordum. Neydi ismi? Ktatat? Hayır hayır, nasıl kotlamıştım aklımda? Kır ve at yani kırat. Evet ismi Kırat'tı. Bunu ilk Deliriçenin kocasında görmüştüm. Pis bakışlı kocasında. 

Eteği ve gömleği giydim hemen, fakat kırat nasıl takılırdı bir gram bile fikrim yoktu. Boynuma öylece asıp odadan çıktım. Koridorda yürürken soğuk, bacaklarıma işliyordu. Beyaz bacaklarıma baktım. Şayet doktor Pınar hanım olmasaydı. Bu eteği giyiyor olmam imkansız olurdu. Pınar hanım, 3 ay önce falan gelmişti hemen hemen. Kendisi bir psikologdu fakat gönüllü olarak kişisel bakım şeylerimiz ile de ilgileniyordu. Hatta bana diş fırçası ile macun bile vermişti. 

GüherçileHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin