1 gün 19 saat yolculuğun ardından çok yorgun düşmüştüm. The night we met şarkısı eşlik ediyordu yanlızlığıma. Şöyle diyordu şarkıda;
borcunu ödemeyen tek yolcu ben değilim,
tekrar takip edebilmek için bir iz arıyordum.
beni tanıştığımız geceye geri götür,
ve o zaman kendime söyleyebilirim;
ne yapmam gerektiğini.
ve o zaman kendime söyleyebilirim;
senle yola çıkmamayı.
hepinize sahiptim, çoğunuza ve şimdiyse hiçbirinize sahip değilim.
sonunda gelmiştim. sonunda hayallerime kavuşmuştum, merhaba ingiltere ben geldim!
matthew'ın beni gelip alması için aradım. ailemi kaybettikten sonra çok yanımda oldu. bir abi edasıyla sürekli beni destekedi,korudu. beklemeye başladım...
sonunda gelebilmişti. o kadar yorgundum ki eve bi an önce varıp uyumak istiyordum. 5 saaat sonunda varabilmiştik. galler kasabası... yeni evim... kapıyı bize lizzie abla açmıştı. Bakıcı annemdi, annemi kaybettikten sonra ona anne demeye içim el vermiyordu ama zaten bu onun için sorun oluşturmuyormuş, bana dediğine göre kendisini yaşlı hissediyormuş. Matthew 3 kardeşler ; matthew, elizabeth ve alice. En büyük Matthew 17 yaşında. Elizabeth 16 yaşında ve Alice 10 yaşında. elizabeth ile aynı yaştayız ve bu beni rahatlatıyor okulda en azından arkadaşım olucak ve bana dersler konusunda yardımcı olucak birisi var. Türkiyedeki ile konular çok farklı değil diye biliyorum ama yinede korkuyorum.
lizzie bana o kadar sıkı sarıldı ki kendimi gerçekten evde hissettim. arkadan tom '' benim güzeller güzeli daisy'm gelmiş'' dedi. ağzı tıka basa doluydu, aşırı komik duruyordu. Hoşbuldum dedim halsizce. Matthew ''anne bırakın da içeri girsin çok yorgundur şimdi.'' dedi. Haklıydı çok yorgundum. Hemen alice geldi koşarak üstüme atladı. '' daisy,daisy hoş geldiiiin! bak anne sana demiştim telefondakinden çok daha güzel. ''
sakince yanağına bir öpücük kondurup teşekkür ettim.
ve arkadan çok hoşnutsuz bir ses yükseldi. '' çok yorgunsundur şimdi annem senin için çok güzel yemekler yaptı. kaç saattir yememize izin vermiyor. çok acıktım, hadi ama yemeğe oturalım'' bunu söyleyen elizabethti. hafif dalgalı sarı saçları ve mavi gözleri ile o kadar güzeldi ki ona baktıkça bakasınız geliyordu. ses tonu, dudaklarını hafif pembeliği ve ona yakışır bir özgüveni ile sürekli dönüp dönüp bakabileceğiniz birisiydi elizabeth. '' siz yemeğe başlayın eşyaları yukarı çıkarıp gelirim'' dedi matthew. büyük ihtimalle elizabeth ile kalacaktım ama bu dert değildi çünkü evde çalışma odası ve giyim odaları herkese özeldi ve benim için de vardı. günümün çoğunu kitap okuyarak geçidiğim için çalışma odasında olurdum büyük ihtimalle. '' teşekkür ederim matthew seni de yordum. yardıma ihtiyacın var mı? hepsini tek taşıyamazsın dur yardım edeyim.'' dedim hızlıca. '' sakin ol güzellik, boşuna o kadar spora gitmedim. ağır değiller bana bırak sen. git yemeğini ye.'' dedi. '' tamam dikkat et merdivenlerden çıkarken düşme'' dedim. elizabeth göz devirdi. büyük ihtimalle matthew'ı benden kıskanıyordu. bir şey demeden sofraya oturdum. elizabeth yüksek sesle '' orası benim yerim!'' dedi. '' özür dilerim. ben ş-ş-ey ne diyeceğimi bilemedim, gerçekten özür dilerim'' diyebildim. lizzie den bir ses yükseldi. '' abartmayın kızlar. özür dilenecek bir şey yok''. alice ardından '' benimle oturabilirsin daisy. yanım boş.'' dedi.kalktım ve hemen alice in yanına geçtim. lizzie herkese yemek koyduktan sonra oturup'' hadi duamızı edelim'' dedi. müslümandım fakat çok dindar olduğum söylenemezdi. o yüzden duaya ortak olmadım. bildiğim kadarıyla kelly ailesi de dindar değildi. herneyse, mathhew merdivenlerden inip yanımıza geldi ve yemeğe oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gri'nin yaşamı
Teen Fictioningiltereye geldiğimde 16 yaşındaydım. Ailemi kaybetmiş 16 yaşındaki bir kızdım. Her şeyden habersiz, koruyucu ailenin yanında yaşıyordum. Hiç tanımadığım bir yerde hiç tanımadığım bir kişiye dönüşüyordum. Siyah olmaktan çıkıp gri oluyordum artık. c...