BÖLÜM ON BİR - ''Sen.., yaparsın.''

2.1K 93 10
                                    

SELİN

Mine'nin gidişinden sonra aradan yarım saat geçmesine rağmen evde volta atıp duran Ulaş, bir türlü sakinleşemiyor. Seçkin, Halime ablaların günlük değil de haftalık bir pazar görmek için çarşıya gittiklerini söylemesi hepimiz için büyük bir şans aslında. Ulaş için, benim için, Seçkin için.

Mine için de öyle, çünkü Zeliha ablanın Mine'ye olan bakışları acımadan çok çekingenlik taşıyordu. Oğlu Gece'nin neden engelli bir kızla görüşmesini istemediğini anlayamıyordum, ben her ne kadar yakıştıklarını düşünsem de arkadaş olarak gösteriyordum onların gözünde. Zeliha abla, oğlunun nereye gittiğini bilmiyordu, Mine'de Halime ablalardan izin alarak çıkmıştı evden, tabii Gece'yi gördükten sonra izin vermemek için hiçbir nedeni kalmamıştı zaten. Yani bir bakıma Mine'nin şansa ihtiyacı yoktu, onun şansı yanındaydı. Asıl şansa bizim, yani Ulaş ve benim ihtiyacımız var.

15 dakikaya Ezgi gelecek ve Seçkin'i uzaklaştırıp sonrasında gelişip gelişmeyecek durumlara göre bana destek olmaya çalışacak, çünkü Ulaş ile konuşup her şeyin dışında gelişen süratsiz ve anlamsız ilişkimizin, bir ilişki olup olmadığını öğrenmem ve ona göre davranmam gerekiyor.

Ulaş ve ben için şans konusunda bile epey şanslıyız çünkü Ulaş bu kadar tedirginken, evde ki gerilimi de yükseltiyor, benim sinirlerimi arttırıyor. Bir derecesi olacak olsaydı, turuncudan kırmızıya geçtiğini gösterebilirim.

Benim ise Ulaş'la konuşmam için Ezgi'nin gelip Seçkin'i en azından bahçeye çıkarması gerek. Bu da benim için büyük bir şans.

Dememe kalmadan Ezgi bahçe kapısından içeri girince Ulaş biraz olsun sakinleşip Ezgi'ye gülümsedikten sonra mutfağa ilerliyor. Seçkin'e ulaşmadan önce yanıma gelip fısıldamayı ihmal etmiyor.

''Ulaş'la konuştun mu?'' başımı iki yana sallayıp terli ellerimi pantolonuma siliyorum.

''Seçkin'i bahçeye çıkar. Onunla konuşayım.'' bir şeylerden haberi olmayan Seçkin yanımızda bittiğinde Ezgi, Seçkin'i bahçeye çıkarıyor. Az sonra ise Maşa onları oyalamaya başladığında mutfağa gidip Ulaş fark etmeden kapıyı kapatıyorum.

Uzun boyunu, siyaha çalan saçlarını ve geniş omuzlarının içinde, kuzenine beslediği endişenin verdiği hafif rüzgarlar mutfağı doldururken, ensesindeki damarları görebiliyorum.

Ulaş Karaman, başlı başına çekici bir erkek.

Bunu inkar etmiyorum. Peki kabul, hoş çocuk. Hoşlanmıyorum, sadece beğeni. Onu mutfakta, arkadan süzerken bile kendimi başka kızların yerine koymayı düşünmüyorum da. Her kız Ulaş'ı sever. Görünüşünü.

Ben Ulaş'ın içinde yakaladığım bir şeyini seviyorum sadece.

Sahiplenme duygusunu.

''Ulaş.'' irkilerek arkasını döndüğünde kahveye çalan gözlerini bana dikiyor. Güneşin ışıkları ön bahçeye, oradan da zıplayıp Ulaş'a vurduğunda.., bu onu daha da çekici yapıyor. Elim koluma gittiğinde yüzümde başlayan titreme usulca tüm bedenime yayılıyor.

''Konuşabilir miyiz?'' elinde tuttuğunu sonradan fark ettiğim su bardağını gördüğümde, sinirlendiğinde sadece su içerek yatışabildiğini anımsıyorum, bu yüzden çok su içiyor.

Cevap vermek yerine başını sallayıp bardağıyla birlikte mutfağın solunda kalan uzun cam masaya ilerliyor. Beyaz sandalyelerden birine geçip karşısına oturmamı beklerken elindeki bardağı avuçları arasında çevirişini izliyorum. Ağır adımlarla karşısına oturduğumda, karnıma bir ağrı saplanıyor. Bu ağrı, ne diyeceğimi unutturuyor bana. Ağırdan almaya çalışıyorum bende, belki Ulaş işlerimi kolaylaştırabilir düşüncesiyle dudaklarımı aralıyorum.

ENGELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin