Bölüm 1. "TOTEM"

435 9 0
                                    

Ellada Sarrafoğlu
@rainsalvation

@cesurUYGAR "nefret ede ede okuyorum kitabını"

* Cesur Uygar twetini favorilere ekledi.

Ellada mavi kuş denen sosyal medya saçmalığında kendi hesabını unursamazca göz gezdirirken , telefon elinin altında bir kez daha titredi.

Cesur Uygar @cesurUYGAR

@rainsalvation "stockholm".

"Ahmak!" diye iç geçirdi, huzursuzca dudağının kenarının kıvrılarak gülümsemeye çalışması onda küstah bir görüntü çizmişti.
Çünkü; hiç bir zaman gülmezdi. Yazar bozuntusunun çıkışı Ellada'nın sinirlerini bozmuştu. Tanımadığı bir kızın nefretiyle kendisine duygu beslediğini düşündüğü için ona stockholm sendromunu yakıştırmasını yapabilmeyi becermişti bu bir ilkti. İlk defa bir erkek Ellada'yı ilahlaştırmıyordu.

"Aptal yazar bozuntusu"..

"Ahmak".

Ve parmak uçları mavi kuş'un ekranına şu harfleri girdi :

"K-Ü-S-T-A-H!"

Yayınlanması için onay ekranında elini dolaştırırken vazgeçip ani bir hareketle telefonu masaya fırlattı..
Masa'nın ayakları eşitsizliği belli edercesine masa zeminde sağa doğru kaykıldı. Ellada bu görüntüyle zihnini doldururken kaşları çatıldı , insanlarla iletişim probleminin olduğunu her zaman farkındaydı ve yazar bozuntusu bu durumu tescillemişti. İç sesinden bilmek başka, başka birinin ağzından duymak başkaydı. Türkiye'nin 76 Milyon 667 Bin 864 Nüfusunun önünde aşağılanmıştı. Düşünmeyecekti , düşünmek istemiyordu Ellada'nın bu anlamsız hiddeti unutkanlığın ve vurdumduymazlığın saydamlığını gözünün önünde yitirmesi gibiydi. Ellada düşüncelerinden kaçan , düşünmek zorunda kaldığında derinlerdeki labirentine takılmadan düşüncelerinin kıyısında dolanan acısını içinde yaşayan sessiz bir tip. Düşüncelerinin kapalı bir mektup kutusunda huzursuz olduğuna kendini inandırmış, varlığının rahatsız ediciliğinin boyutunu ihtiva eden , kendisine düşünmeyi yasaklamış bir kız.

Onun adı Ellada Sarrafoğlu 24 yaşında beline gelen siyah uzun saçları, siyah hafif çekik gözleri, 1.65 boyunda zayıf minyon kategorisine girmesine rağmen bir kayayı andıracak kadar sert kaslı vücudu sayısız yara izlerini tenine işlemiş Yunan Selanik doğumlu bir kız.

Kadıköy'ün pahalı ama dandik kahve dünyası olan Starbucks Cafe'nin 2. Kat balkonunda sandalyesinde sallanırken umursamazca sigarasını iki dudağının arasına yerleştirdi, elleriyle siyah eskimiş , yaşanmışlık ama memnuniyet hissi veren deri montunun ceplerini yoklamaya başladı. Kaybettiği siyah çakmağını karışmış ceplerinde hissetmeye çalışırken ansızın siyah boş gözleri balkonun yüksekliğindeki ağacın dalına takıldı. Ağacın dallarında bir tane yaprak bile yoktu, birşey haricinde..

Rastgele sarmalanmış epey kirlenmiş görünen beyaz kalın bir ip vardı. Neden beyazı sevmediğini bir kez daha huzursuzca anımsadı. Huzursuzluğun sebebini anlamlandırmaya çekinir gibi düşünürken birden jetonu düşmüştü.

"Ah.."
"Bu bir dilekti.."

Sonra beynini makineli tüfek gibi paradoks sorularla doldurdu.

"Bu ağaca kim tırmanmıştı?"

Hızlıca belleğimi yoklayarak ağacın etrafını, alanın yarıçaplarını hesaplamaya çalıştım kimi kandırıyordum ki benim temel matematiğim bile zayıftır çarpım tablosunu bile bilmem. Yine de olunabilirliğini hesaplamaya çalışırken beynim yeni bir soru daha gönderdi boşluğa.

"İmkansız görünüyor kim çıkabilir ki buraya?"

Ipin bağlı olduğu yer insanların ulaşamayacağı kadar yüksek ve çelimsiz bir noktadaydı.
İmkansızlıklara istinaden bu durum gözüne saçma görünmüştü. Ellada sandalyesini bir adım daha geri kaydırdı. Etrafını taramaya başladı farkında olmadan cebindeki çakmağı bulmuş sigarayı yakmıştı bile. Kaşlarını çatıp sigarayı ne zaman ve hangi ara yaktığını anımsamaya çalışırken hatırlayınca gereksiz bir rahatlama geçti içinden.
O an sormayı unuttuğu rahatsız edici soru iki dudağının arasından kıpırtı halinde döküldü.

"Eğer bu ipi biri bağladıysa , bağlayan kişi neyi dilemişti?"

Düşünceleri, sessizce verdiği nefesinden bıraktığı sigaranın dumanlarına boğulurken dudakları istemsizce aralandı. Dileğin ne olduğunu ve rüzgarda , yağmurda hatta fırtına da bile yok olup savrulmayacak kadar güçlü dilediği şeyin ne olduğunu merak etti , sanırım dileği evrendeki boşluk boyutunda güçlüydü belki de kopmamasının nedeni buydu ve iç sesi "Eger bu ip düşerse acı son bulacak" dedi farkında olmadan totem tutmuştu. Yine de beyaz dandik bir ipin Ellada da boyle bir etki bırakmasından rahatsız olmaya başlamıştı , sanki vücudunda birşey yarıp çıkmak istiyor gibiydi.

"Tanrı'm kavramlar karışıyor yine iç sesimle konusmamalıyım."

Kendi kendine mırıldanırken sağ elindeki ssigaranın külünü balkon boşluğuna bıraktı. Ansızın Ellada başının arkasında gözleri uyanmış gibi hissetmeye başladı. Çevreyi taramaya başlamadan deri montunun altındaki siyah spor ceketinin kapşonunu başına hızlıca geçirdi. Gözleriyle etrafı taradığında haklıydı..

***

Yine yakalanmıştı yani yakalanmak üzereydi. Gözünün ucuyla etrafına baktığında "sol yaralı" adamın cafeye doğru geldiğini gördü. Ellada balkondan içeri girdi ve dairesel merdivenin başındaki duvarda kitap okuyormuş gibi yapıp gelen adamlara sırtını dönmüştü. Adamların arkasından gelmelerini beklemeye başladı ve adamlar merdiven bitiminden içeri adım atar atmaz Ellada seri bir şekilde hiç birşey yokmuş gibi başını telefona bakar gibi eğerek adamın yanından geçip merdivenlerden inmeye başlamıştı bile. Ve adımlarını hızlandırdı , heyecanlanmış olsa da ilk zamanki gibi artık korkmuyordu. Vücudu bir uyarı alarmı gibi tetikte olmaya alışmıştı. Ellada'nın iyi olduğu bir konu varsa o da kaçmaktı..

***

Beynim otomotikman yıllardır verdiği ilk direktifi düşüncelerime gönderdi.

"Kalabalığa karış!"

Gözlerim en kalabalık yeri keşfetmeye çalışırken iç sesim :

"Metro!" diye kükredi.

Metroya ulaşmam için trafiği ve yoldaki arabaları aşmam gerekiyordu. O sırada adamların haykırışları duyuldu :

"Kız kaçıyor! Çabuk kalabalığa karışmadan yakalayın!"

Işıklara aldırmadan koşmaya başladım. Kalbim aniden koşmaya başlamanın etkisiyle tekledi ve hızlandı. Lastiklerin çığlıkları havaya karışırken ; birden yer ayağımın altından kaydı.
Savrulmuştum.
Ellerim ani hareketle , geçen dövüşten kalan henüz iyileşmemiş çatlak kaburgalarıma gitti.

"Ah!"
"Kırılmış mıydı?"

Arkamı dönmeden bana çarpan arabanın önüne sırtımı yasladım, bacaklarım acıyla iki büklüm olmuşken karnıma doğru çektim ve cenin pozisyonunu aldım.

Nefes almalıydım.
Nefesim kesilmişti ve tanıdık ama özlemediğim o his beni kollarına almıştı.

Acı..
Acı beni yeniden çağırıyordu. Yıllardır vücuduma aldığım saymayı unuttuğum darbeler sayesinde ruhum, acıyla biçimlenmişti..

Bende herkes gibi kendi çapımda acımı yaşıyordum. Ben böyleyim işte hep birşeylerin acısı, ağzımda bakır kanın tadıyla..
Düşüncelerim panikle karışık acı havaya karışırken, bir kapı çarpma sesi duyuldu.

"Siktir!!"

O an uzaktan beyaz bir ipin bir ağaçtan düşüşünü gördüm.
Gözlerim, küfür eden kişinin kim olduğunu bulmaya çalışırken vücudum beni dinlemiyor gibiydi uzun süre nefessiz kalmanın ağırlığıyla ruhum karanlığa teslim oldu...

TEBERCİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin