Friður'un sık sık uykuya dalan denizinin seyrekçe ışık alan derinliklerinde, kumların üzerinde büyükçe bir şehir vardı. Bu şehirde su halkı olarak bilinen son derece özel kişiler yaşardı.
Qlaverler...
Şehir her ne kadar karanlığa gömülü olsa da halkı ve hükümdarları parlak fikirleri ve bir o kadar renkli kişilikleriyle bilinirdi. Şehir yosun tutmayan taşlardan ve bazı farklı malzemelerden yapılmış evlerden oluşturulmuştu. Evlerin bir çoğunda büyük aileler oturmazdı. Qlaverlar genel olarak ufak çekirdek aileler halinde yaşamlarını sürdürürdü.
Bu şehir de bir de elbette hükümdarın devlet işlerini yürüttüğü ve ayrıca taht odasını da içinde bulunduğu büyük bir tapınak vardı. Neredeyse şehrin çeyreğini oluşturan tapınakta,soylular ve tapınakta görev alanlardan başkaları yaşamazdı.
Kısa süreli misafirlere daima kapısı açık olan tapınağa isteyen herkes girip, hükümdar ile konuşabilirdi. Çözümlenmesi gereken bir sorunları, bir dertleri olduğunda bu durumu ona bildirebilirdi. Kapıların açık bırakılmasından olacaktır ki bu tapınağın içi ve etrafı eğitimli muhafızlarla doluydu. Ayrıca tapınak yeşil renkli taşlardan yapıldığından dışarıdan gelecek tehditleri en aza indiriyordu, bir nebze kamufle oluyordu suların arasında.
***
Günler günleri kovalarken, kalıcı izler bırakacak bir savaşa tutuşmuştu iki taraf. Kimileri imkansız olduğu konuşulan gökkuşağının yolunu gözlerken, kimileri ise yalnızca kendini ve çıkarlarını düşünüyordu. Bu her şeyi daha da çıkmaza sokuyor; gittikçe yok olan empati,yangın gibi büyüyen savaşın ateşini körüklüyordu.
Savaş elbette ki herkesin tüylerini ürpertiyordu fakat bir söylenti vardı,işleri daha da korkunç hale getiren bir söylenti...
Seebs'lerin Qlaverler'i canice öldürüp damarlarındaki berrak suları kullandıkları söylentisi...
Qlaver halkı bu söylentiyi duyar duymaz doğruluğu ile ilgili cevaplar aramaya başlamıştı. İçlerinden bazıları bunların doğru olmadığına inanıyordu, belki de sadece böyle inanmak istiyorlardı. Bunu onlarda bilmiyordu.
Kral ile sürekli görüşebilen kişiler, en güvenli kaynaktan bilgi almaya çalışıyordu söylentiyle ilgili. Fakat kimsenin çabaları sonuç vermiyordu, halk bunun bir işaret olduğunu neredeyse kabul etmiş olsa da gerçekliğine inanmak istemeyenler içlerini ferah tutmaya devam ediyorlardı.
İşte bu gümbürtü, şamata ve savaş telaşıyla geçen günlerden birinde cephedeki geniş orduya desteğe gitmek üzere Qlaverlar'ın kumlar üzerindeki şehrinden bir bölük asker daha ayrılıyordu.
Duyulan söylentilerin gittikçe daha da efsaneleşip ürkütücü bir hal alması, savaşın beklenenden uzun sürmesi, savaşa giden bir çok kişiden haber alınamaması gibi daha uzayıp giden nedenlerden olsa gerek, bazılarının korkusu o kadar büyüktü ki fırsat bulsalar hemen kaçmaya çalışabilirlerdi. Fakat hemen hemen hepsinin geride onları bekleyen aileleri vardı. Ayrıca hiç birinin bu denizden başka gidecek yeri yoktu.
Bu yüzden ölümü göze alarak ve korkularını dile getirmeyerek komutanlarının peşlerinden yürümeye devam ettiler.Kıyıya az bir mesafe kala ordunun içinden North adında bir asker, bu suskunluğa daha fazla katlanamadı ve Simen adlı başka bir askere yaklaştı.
"Pişt" diye ünledi North Simen'i, komutana kesik bir bakış atarak.
Ordunun yarısı gibi kötü olasılıkları tartıp biçen Simen, dalgın bir sesle yanıtladı. "Hm?"
"Söylentileri duydun mu?" diye sordu North. Cevabını biliyordu halbuki.
Simen gözlerini ona çevirdi ve kafa sallayıp sertçe yutkundu.
North, gergin bir şekilde sordu:
"Bizi öldürüp sularımızı kullanmaları...bu canice. Söylentiler gerçek midir sence?""Sence bize acımak gibi bir şey yaparlar mı? Savaş bu, yapmıyorlarsa bile yakında yapmaya başlarlar."
Simen, net düşünceleri olsa da, korkuyordu. Bu yüzüne de vuruyordu elbette. North ise gözlerini yere çevirmişti."Ama.. "
North bakışlarını yerden kaldırıp Simen'e doğrulttu. Onun korktuğunu hissetmişti sanki, Simen'ın yüzüne bakınca da şüphesini doğrulamıştı."Korkuyorsun öyle değil mi?"
Simen, iç çekti sesli bir şekilde. İçindekileri dile getirmek onun için fazla zordu.
"Bunun sonu gelmez, gelmeyecek..." dedi gözlerini uçsuz bucaksız alanda gezdirerek. "Kaç askerle doyacaklar sanıyorsun? Tamam bu kadar yeter deyip kenara mı çekilirler? Hiç sanmıyorum. Bizden sonra sırada halkımız var, onlara ulaşmaya çalışacaklar ve bizi yok edecekler. Evet... Ne yazık ki korkuyorum bundan. Daha ne kadar ordu onları engelleyebilir, Qlaverlar daha ne kadar saklanabilir? Daha ne kadar direnebiliriz? Bilmiyorum ve çok korkuyorum."
North derin bir off çekti, Simen'ın haklı olmasını istemiyordu.
"Bilmiyorum,bilmiyorum!" diye bağırdı.
Komutanları ona baktı sert bir ifadeyle. Sessiz olmalarını ikaz etti, North kafasını eğip dudaklarını birbirine bastırdı hemen. Bağırmak istememişti aslında, ağzından kaçıvermişti istemsizce. Bir süre sessizce yürümeye devam ettiler, sonrasında North mırıldanmaya başladı.
"Onları mahvedeceğim, hepsini paramparça edeceğim." dedi ve sinirle yumruklarını sıktı, Simen göz ucuyla ona baktı, söylediklerini duymuştu. North devam etti acımasız sözlerine.
"Çoluk çocuk demeyeceğim. Hepsini teker teker öldüreceğim. Bize bunları yaptıklarına pişman olacaklar."
"Evet, yapacağız. Olması gereken bu. " dedi Simen ifadesiz bir suratla.
Bu düşüncesine tersti aslında, o herkesin yaşamasını istiyordu düşman bile olsa. Onların da acı çektiğini ve savaşı istemediklerini düşünüyordu. Her canlının yaşama hakkı olduğunu düşünüyordu.Hala çok sinirli olan North, bir kez daha söylendi.
"Onları halkım için yok edeceğim."Katliam yaptıkları için ve özellikle işin içine halkı girdiği için öfkeliydi North. Tavrı bu yüzden çok sertti. Simen da bu yüzden öfkeliydi elbette, fakat o yine de North'un söylediklerini canice bulmuştu. North'a baktı yine göz ucuyla Simen, düşüncelerini ona söylemek istiyordu fakat çekiniyordu.
North yine söylenmeye başlayınca Simen'ın ağzını açmaya fırsatı olmadı.
"Savaşı kazandığımızda Krallarının suratındaki ifadeyi görmek isterdim. Oh unutmuşum onu da yok edeceğiz değil mi?" North'un yüzünü muzip bir gülümseme kaplarken Simen boğazını temizledi ve uzun süredir devam eden suskunluğunu bozdu.
"Onları yok edersen..." istemsizce kısıldı sesi fakat devam etti konuşmaya. "Aynı şeyi yapmış olmaz mısın, onlar gibi zalim olmaz mısın?"
North sinirle Simen'a baktı, neden onları savunduğunu anlayamıyordu ve bu sinirini kat kat arttırıyordu.
"Simen, dilersen bırakalım çocuklarımızın suyunu vatoz balığı gibi emsinler ha? Ne dersin? Cazip bir fikir mi? "
Simen onun sinirli bakışlarıyla karşılaştığında gözlerini kaçırdı ve sadece mırıldanmakla yetindi.
"Onlar...bunu başlatmasaydı...her şey daha kolay olurdu."
North daha fazla dinlemedi onu. Aynı cümleyi devamlı tekrar ederken adımlarını hızlandırdı.
"Onları halkım için yok edeceğim. Onları halkım için yok edeceğim..."
Simen korkularıyla tekrae baş başa kalırken, North nefretini sürekli tazelemeye devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
reunite to the rainbow
Fantasy"Belki uzak ve uçsuz bucaksız tepelerin ardında,derin suların en dibinde yada yalçın kayalıkların arkasında aynı umutlarla yaşayan ve gökkuşağına kavuşmanın hayali kuran birileri vardı."