•3•

38 4 6
                                    

~honey

Gözlerimi araladığımda tüm göz hücrelerimi öldürmeyi umursamadan ovuşturup genişce esnedim. Pencereden içeri süzülen ay, odanın ışığı yanında zayıf kalıyordu.

Hala etrafı bulanık görüyor olmam beni epey rahatsız etmeye başlamıştı ve dünyayı bir gün böyle görmek en çok korktuğum şeyler arasındaydı. Yanımdaki komodinde görmemi sağlayacak bir şey ararken istediğime ulaşmıştım.

Elime aldığım kemik gözlüğü incelemeden camlarını üzerimdeki tişörtün eteğiyle silerek gözüme taktım.

Ağzımın kuruluğuna bir çare bulmak için yine aynı komodinin üzerinde su bulmayı umarak hareketlendiğimde hastane odamın kapısının açılmasıyla tekrar arkama yaslandım. Artık tanıdık olan kumral saçlı çocuk elinde tepsiyle utangaç bir şekilde tebessüm ediyordu. Yanıma yaklaşırken bir önceki görüşüme tezat olarak tavrı çekingen ve tereddütlüydü.

Elindeki tepsiyi tekerlekli masaya bırakarak önüme sürükledi.

"Acıkmışsındır. Bunları ve içecek bir şeyler de aldım."

Saniyelik olarak karşımdaki çocuğa gülümseyip teşekkür ettim.

Hastane yemeğinin tatsız tuzsuz olduğunu düşünmeden, önümdeki koca bir kasede olan çorbayı hüpürdetmeye başlamıştım. Midemdeki açlık hissi ve orayı dolduruyor olmak uzun zamandır benimle olmadığı için şu an bu yemeği ayrı bir hazla yiyordum.

Yanımdaki siyah deri koltukta gergince oturan bedeni hatırladığımda bulunduğum ortamı garipsemeyi es geçerek ona dönüp, yine tuzsuz olan hastane ekmeğini yuttuktan sonra kaseyi işaret edip konuştum.

"İster misin?"

Ellerini bacak arasına sıkıştırmış, topuğunu yere ritimsiz bir şekilde yere vuran çocuk sorumla koca ela gözlerini bana dikti.

"Sen biriyle asla aynı kaşığı kullanmazsın."

Kullanmaz mıyım?

Biri içtiğim suya balgam atsa bile umurumda olacak bir şey değildi. Aslında belki olurdu, niye biri benim içtiğim suya balgam atsındı ki? Pekâlâ bu balgam olayında olmasa bile, aynı yemek kaşığını kullanmayı umursayacak türde bir insan değildim yani.

Omuz silkerek kaseyi ona doğru tuttum.

"Daha fazla içmeyeceğim. Sen içebilirsin."

Çocuk gözlerini gözlerimden ayırmadan ayağa kalkıp elimdeki kaseyi hızla alarak sert bir şekilde tepsiye geri koydu. Bu hareketi çorbanın baş parmağına bulaşmasına neden olduğundan gözlerimi anlık olarak eline çevirip tekrar çocuğa baktım.

"Taylan senin derdin ne?"

Sinirli ifadesini anlamlandıramayarak şaşkınca ona bakıyordum. Tanımadığım ve benden yaşça küçük bir velet bana posta mı koyuyordu?

"Kendini bilmiyor, beni tanımıyor gibi davranıyorsun. Sanki, sanki sen değilmişsin gibi. İki haftadır yanında sabahı eden benim, uyandığına ne kadar sevindim bilemezsin, ama senin bu tavırların beni korkutuyor."

İki hafta. İki hafta mı? Ben komada bir ay kaldığımı odamda can sıkıntısından açılan haber programlarından hesapladım be. Hatta tamı tamına bir buçuk ay!

"Taylan, salak salak bakma suratıma. Sana kızmak istemiyorum, ama normal davran artık."

Ela gözlerinin çevresinde kırmızı damarlar belirginleşmiş, sesi kırılmıştı. Birilerinin benimle cidden oyun oynadığını falan düşünecek oldum ki tek değişik olan karşımdaki bu kumral çocuk ve bana Taylan diye sesleniyor oluşu değildi.

Benim gözlerim gayet sağlıklı, sesim ise standart tok bir erkek sesiydi. Hayatım boyunca kulağımın arkasına nişanlımın baş harfi olan 'Y'den başka dövme yaptırmamıştım.

"Bak, her kimden bahsediyorsan ben o değilim tamam mı? Dediğin hiçbir şeyden anlamıyorum. Şu an ne boktayım onu da bilmiyorum. Ama ben Taylan değilim. Benim adım Kinyas anasını satayım!"

Demek aklımdan geçmişti fakat tek kelime etmemiştim. Nedenini ben de bilmiyordum. Bu olanlar hala zihnimin bir oyunu diye düşünüyordum. Düştüğüm hal beni zaten strese soktuğundan olayın gerçeklik ihtimali de sinirimi iyice bozmuştu. Ela gözleri dolan çocuk tepemde üst dudağını dişlerinin arasına kıstırarak bana bakıyordu.

Yatakta çocuğa doğru doğrulup oturur pozisyona geçtiğimde aralık olan tuvalet kapısından aynayla karşı karşıya geldim. Yüzümü gözlüğüme rağmen, benim değildi fakat her neyse, tuvaletin karanlığı yüzünden seçememiştim.

Tekerlekli masayı kendimden uzağa itip bacaklarıma dolanan çarşafı ayaklarımla uca doğru teptim. Tam ayaklarımı yere değdirip kalkacakken koluma ne zaman takıldığını hatırlamadığım serum ve beni omzumdan iterek tekrar yatağa oturmama sebep olan çocuk buna engel oldu.

"Kalkma! Görmüyor musun serumun var."

Gözlerim aynadan asla ayrılmıyordu. Görüş açımı kesen bedenle bakışımı elalara çıkarttım. Elleri hala omzumda olan çocuk bir elini yanağıma çıkartıp okşadı.

Yüzümü elinden uzaklaştırıp serumumu çıkartmaya çalıştım.

"Ta-Taylan, ne yapıyorsun? Saçmalama tamam. Özür dilerim ben, bir şeyler, yani, bizi unuttun sandım."

Hem telaşlı hem de çekingen bir şekilde bir şeyler gevelemişti fakat ben de sinirlenmeye başlıyordum artık.

Hortumu koluma açılan damar yolundan çıkartarak gözlerimi tekrar gözlerine dikip sesimin sert çıkmasını önlemeyerek konuştum.

"Ben, Taylan, değilim."

Beni durdurmasına izin vermeden yanından sıyrılıp iki adım uzaklıktaki tuvaletin ışığını açarak aynadaki yansımaya baktım.

Gözlerimin önüne düşen kırmızı tutamları inceledim önce. Koyu kestane rengi saçın aralarına attırılmış soluk renk, açılmaya başlamıştı. Yarım şekilde aralık olan dudaklar ince ve bir bebeğinki kadar pembeydi. Dudağın hafif sağ üst köşesine kondurulmuş minik bene odaklandım bir süre. Biraz daha yukarı çıkarak kalkık, küçük burna baktım. Üzeri çillerle süslenmiş olup, çocuksu bir hava katmasına rağmen yüz hatları keskindi.

Burnun üstündeki kalın çerçeveli siyah gözlüğün ardındaki gözlere diktim bakışlarımı. Hep aynada görmeye alıştığım yeşiller yerine, açık mavi irislerle bakışıyordum.

Aynadan bana bakan diğer endişeli gözlerle göz göze geldiğimde arkamı dönmeden elimle kapıyı kapatıp kilitledim.

Gözlüğü gözlerimden uzaklaştırıp lavabonun kenarına koyarak yüzümü aynaya yaklaştırdım. Pürüzsüz tende çene kısmında yeni çıkmaya başlamış ince sakallar hariç başka hiç kıl yoktu.

Bu alakasız yeni görüntümü kabullenemediğimden gözlerimi kapatıp aramın pek iyi olmadığı Tanrıyla iletişime geçmeye çalıştım.

"Beni ne boka soktuysan... Pardon." derin bir nefes alıp verdim. "Beni hangi cehenneme soktuysan..." gözlerimi bu sefer sıkıca yumup sinirle soludum. "Beni bu zihnimin oyunundan çıkart. Üçe kadar sayacağım, lütfen, lütfen. Bir... İki... Üç..."

Gözlerimi açtığımda yine mavi gözlerle karşılaşınca elimde olmadan bağırdım. Deliriyor muydum? Bana ne oluyordu böyle?

"Taylan!"

Kapıyı açmaya zorladı fakat kolu indirmekten başka bir şey yapamıyordu.

"Taylan, aç şu kapıyı! İyi misin?"

"Kes sesini! Taylan deme bana!" sesimin oktavı yükselirken aynadaki aksimi buğulu görmeye başladım. Gözlerim dolmuştu.

"Sevgilim... Lütfen, yapma böyle."

Kafamı aynaya sertçe bıraktım. Ne diyordu bu?

~

Uff umarım hata yoktur 95838482 kere okudum sıkıldım artık

Neysee çok da geç atmadım bence😌

karışık ruhlar •bxb•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin