Uzmanlar kişilerin büyük travmaları genelde çocukken yaşadığını söylüyorlar. Bu fikre katılıyorum.
Beş yaşındaydım. Ailemi o trafik kazasında kaybettiğimde sadece beş yaşındaydım.
Beş yaşındaki minik İdil, bir gece vakti arabanın içinden yara bere içinde çıkarıldığında anne, baba diyerek ağlıyordu. Şimdi yirmi beş yaşındaki İdil'e bakıyorum da, çok şey değişmemiş. Hala onlara seslenerek ağlayan bir zavallıyım.
İnsan sesini duymayacak birine neden seslenir?
Dağlara bağırsam sesim yankı yapıp bana geri dönerdi, peki ya ailem? Bir yok oluştu onlarınki, kayboluştu.
Anne ve babamın kokularını hala alıyorum desem yalan söylemiş olmam. Sanki bebekken onların erken ayrılacağını bilmiş ve kokularını minik bedenime depo etmişim. Hala o kokuyla uyuyorum diyebilirim.Yurtta büyümüş biri olarak hayat çok zordu. Hayata zor tutundum, bunu kabul ediyorum. Buna rağmen gitmek istemiyorum bu dünyadan. Erken yaşta acıları çekip kotamı doldurmuş olduğumu düşünüyorum ve mutlu günleri görmeden ölemem.
Neyse, trafik kazası diyordum. Ailemi kaybettiğim için psikolog görüşmelerim oldu doğal olarak, beni kendime getirme çabaları falan... Doktor dedi ki; bir renk seç, camdan bak ve o renkte kaç araba geçtiğini say.
En sevdiğim renk olan yeşili seçtim o an.
Hayatım yeşil arabaları beklemekle geçti. Ne zaman bir yerde anne baba denilse cama koşup yeşil araba bekledim.
Sonra baktım işe yarıyor, yeşile aşık oldum.
İlk aşkım bir renge karşıydı. Yeşil renkli her şeyi biriktirdim. Şu an yeşil kazağım var üzerimde, yeşil duvarları olan minik apartman dairemde dışarıda yağan karı izleyerek uzanıyorum. Birazdan uyurum.
Kış mevsimini hiç sevmem. Aslında sonbaharı da sevmem. Yeşilin olmadığı hiç bir mevsimi sevmiyordum. Hem soğuk oluyordu. Mevsim soğuk, odam soğuk... Belki bakışlarım da soğuk, herkes genelde öyle der. Fakat kalbim? Kalbim sıcacık.
Bunları yazarken bana ilham olan kişinin kalbimde oluşturduğu sıcaklık paha biçilemez.
Hayatta karşımıza ne, kim çıkar bilemeyiz. Bize kim nasıl etki edecek bunu da bilemeyiz. Zaten bir bilinmezin içindeyiz, öyle değil mi?
Bugün olanları yazmak istemiştim ama fazla uzattım. Konuya giriyorum.
Uyandığımda üşüyordum. Buz gibi bir sabaha açmıştım gözlerimi. Telefonuma baktığımda erkek arkadaşım Sinan'dan cevapsız arama olduğunu gördüm. Geri aradığımda ona ulaşamamış olmak beni endişelendirmişti.
Üstümü giydim ve markete gitmek için evden çıktım. O sırada bir kez daha telefonum çaldı. Sinan arıyordu.
Beni bahçede beklediğini söyledi. Hızla bahçeye indiğimde gördüğüm manzara karşısında hissettiklerimi şu an yazmakta zorluk çekiyorum. O hissin tarifi yoktu ki...Sinan karları yeşile boyamıştı. Sinan, karşımda, yemyeşil karların içinde duruken tabii ki de koşup ona sarıldım.
Sarılmak... Herkese iyi gelir. Ama hani bayram ziyaretinde komşu teyze sana sarıldığında ona sarılmak gibi değil de, yakında evlenmeyi düşündüğün birine sarılmak çok başkaydı. Hatta buna şey diyelim, senin için karları yeşile boyayan birine sarılmak... Ağlıyordum. Yemyeşil karları eldivenli ellerimle tutup Sinan'a atarken ağlıyordum.
Bir insan sizi sevdiğini nasıl gösterir? Bence sevgi tam olarak buydu.Sevgi yeşiller içindeki Sinan'dı, sevgi yeşildi.
Beş yaşında yara bere içinde arabadan çıkan İdil ağlıyordu. Yirmi beş yaşındaki İdil de ağlıyordu ama bu sefer değişen çok şey vardı.
Hayatımda kendimi o kadar mutlu hissetmiş miydim daha önce? Kesinlikle hayır.
Sevgi buydu. Sevgi yeşil karları Sinan'a atarken ben, gözlerimden akan yaşlardı.
Ve emindim, ailem beni gökyüzünden izliyordu.
Çünkü bu sefer güldüklerini duyuyordum. Kahkaha atan Sinan ve bendim, ama onlar gülüyordu, duyuyordum.
O an emindim bir şeyden daha, En karanlık gece bile sona erer ve güneş tekrar doğar.
Sen, ben ve yeşil... Biz çok güzeliz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEN, BEN, YEŞİL #winterfest2020
Short StoryEn sevdiğim renk yeşil. Bu yüzden arabam, elbiselerim, kalemlerim yeşil. Fakat ben seni yeşilden daha çok sevdim.