3. Run away

218 45 26
                                    



Acımasızdı.

Her daim sokaklarda dinlenen ve huzur bulan zihnim, hayatımdan daha acımasızdı.

İnsanı yoruyor, bıktırıyor, kırıyor ve en nihayetinde, delirtiyordu.

Zihnimin içindekiler beni delirtiyordu.

Tek kaçış sığınağım oyken, şimdi onu dahi kaybetmek, ondan bile kaçmaya çalışmak beni sonu gelmez bir karanlığın uçurumuna doğru sürüklüyordu. Ayaklarım sızlıyor, tabanlarım parçalanıyor, bacaklarım titriyordu. Yine de sürüklenmemin önünü alamıyordum, çünkü düşünmeyi durduramıyordum.

Yine hayatımdan kaçıp sığındığım bir park köşesinde, bir bankın üzerinde dinlenmeyi amaçlarken düşüncelerime kurban gidiyordum. Delirecek gibiydim, havanın iyice soğuması ve kararması dahi umrum dışıydı.

Kovamadığım düşünceler, suçlayan kelimeler, kınayan bakışlar her yerdeydi. Her köşe bucağıma saklanmış, bir tilki gibi kurnazlıkla en zayıf anımı kolluyor, beni avlamak için tetikte bekliyordular. Bense bir avcının bile kolaylıkla vurabileceği aptal bir ceylandım, kollarına bile bile atlıyordum.

Kafamda durmadan dönüp duran bir zil sesiyle yaptıklarımı, yapabileceklerimi, yapamayacaklarımı ve yapmak istediklerimi listeliyor, bu acımasız sesleri görmezden gelerek sakin kalmaya çalışıyordum.

Alışkındım.

İnanın bana, zihnimin bu oyunlarına öylesine alışmıştım ki, bir yerden sonra onlara karşı bir antidepresan bile geliştirmiştim. Hala acıtan sözler, bir kulağımdan girip diğerinden çıkarken kendimi fazla kurcalamamaya alıştırmıştım.

Buna rağmen, çürüyordum.

Ruhum, düşüncelerim, kalbim çürüyordu. Yirmi altı yaşındaydım, seksen sekiz gibi hissediyordum.

Sanki birazdan bu banktan kalkarsam, ruhumun sırtlandığı yüklerin ağırlığı üzerime çökecek, belimi bükecek, dizlerimi kıracaktı. Öylesine büyük bir çürükle yaşıyordum.

Böylesine güçlü düşüncelerin arasında kendime gelemiyordum.

Sürükleniyor, boğuluyor, zamandan kopuyordum.

İyi değildim.

Hiç olmamıştım.

Bunun getirisi olsa gerek üstüme bir ruhsuzluk saplanmış, iyiden iyiye kararan havayı umursamadan telefonuma bir saat kadar önce gelen mesajı tekrar açmıştım.

Bilinmeyen numara:

Merhaba, Taehyung. Bir tesadüften kaçarak buluşmaya ne dersin?

Böyle yazmıştı mesajda. Kimden geldiğini belirtmesine gerek bile yoktu, anlamak kolay olmuştu.

Bir saat önce ansızın telefonuma düşmüş, bir aydır görmediğim varlığı yeniden göz kapaklarımın ardına sızmıştı.

Farkediyordum da onunla buluşmalarımız hep ayları araya aldıktan sonra gerçekleşiyordu. İlk karşılaşmamızla ikinci arasından geçen bir buçuk aydan sonra, şimdi yine bir ayın sonunda bana yazıyordu.

Merak ediyordum, kim olduğundan çok hayatını. Yabancı beni kolları arasında uyuşturabilirmiş gibi güçlü bir karaktere sahip gözüküyordu.

Benden daha güçlü görünüyordu.

Ve inanın, bu gücün fiziksel bir güçle alakası bile yoktu. Bahsettiğim şey, mental bir çöküntünün omuzlarınıza bıraktığı yükü mecburen taşıma durumunda insana verilen 'güçlü' sıfatıydı.

sense of freedom || taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin