Çarşamba günüydü. Gülbahar'ın içinden geldi ve mantı açmaya karar verdi. Hüseyin, mantıyı çok severdi. Yeşim ve Yusuf da. Yere kareli, beyaz sofra örtüsünü serdi, üstüne hamur tahtasını koydu, kollarını sıvadı. Bismillah dedi ve başladı. Hem kocasına, hem çocuklara sürpriz olacaktı. Yoğurdu kendi eliyle evvelsi günden mayalamıştı. Üzerine sarımsak, nane, sumak ve pul biberli kızgın tereyağ da dökünce parmaklarını yiyeceklerdi. Aklı bir yandan da Yeşim'in bahçeye alıştırdığı kedilerdeydi. Taş avludaki küçük tahta masanın üzerindeki yuvarlak tepside kendi eliyle yaptığı salça vardı.
"Yaramazlar inşallah devirmezler"
diye endişeleniyordu. Saat tam üçü çeyrek geçe mantı çoktan bitti, bahçeye çamaşır asmaya çıktı. O sırada Yeşim dershanedeydi. Öğrenciler pür dikkat tahtaya bakıyordu. Coğrafya öğretmeni:
" Alüvyal topraklar akarsuların taşıyıp biriktirdiği sulardan oluşur. Mineral ve organik maddeler bakımından çok zengindirler. Ülkemizde alüvyal topr...."
derken kulakları sağır edici bir siren sesi kasabada yankılandı. Madende kaza ya da göçük olmuştu. Yeşim, elindeki kalemi düşürdü. Gülbahar'ın elindeki mandallar bir yana, ıslak nevresim bir yana gitti. Yüksek sesle düşündü:
"Hayır! Hayır! Hayır! Allah'ım n'olur! Kocama bir şey olmasın! Hüseyin'e bir şey olmasın!"
Hemen anahtarlarını aldı, ayakkabısını bir türlü giyemedi, sağ teki, sol teki birbirine karıştıracak kadar afallamıştı. İçinden dualar ediyor, kötü düşünmemeye çalışıyordu. "Kötü bir şeyler olacak olsa, bugün içimden gelip mantı açmazdım....niye içimden geldi? Çünkü akşam hep beraber olacağız sofrada......" diyordu.
Yeşim'in babasının maden işçisi olduğunu bilen öğretmen, kıza hemen izin vermişti. Az sonra ana baba günü kalabalıkta, anne kız birbirlerini buldular. Ama Yusuf, çay ocağında yoktu. Annesi:
"Kızım? Kardeşin çay ocağında yok, tuvalette filan mı ki? " diye sordu.
"Bilmem ki anne?..."
Sora sora Yusuf'un babasına kumanya götürmek için ocağa indiğini öğrendiler. Başlarından aşağı kaynar sular indi. Gülbahar hem dua ediyor hem de
"Allah'ım hem kocam, hem oğlum....olmaz! Yok...yok...olmaz..."
diyordu.
Saatler geçti. Ambulanslar, yerel tv kameramanları, muhabirler de gelmişti. Gülbahar:
"Şimdi alkışlarla, ıslıklarla herkes sağ salim çıkacak, Hüseyin ve Yusuf da....Allah'ım n'olur öyle olsun." diye dua ediyordu. Yeşim sordu:
"Anne? Babamla kardeşime bir şey olmamıştır di mi?"
"Olmamıştır kızım....Allah büyüktür....çıkacaklar inşallah....ne kazalar atlattı baban..."
"Yusuf bi çıksın, iyi fırça çekeceğim anne!"
"Sen mi, ben mi? Haylaz çocuk! Kızım dur konuşturma beni dua edeyim. Sen de dua et."
Polis güvenlik sebebiyle barikat kurmuş, bekleşenleri yaklaştırmıyordu. Saatler geçmek bilmiyordu. Derken, babalarının arkadaşı Adem, yüzü simsiyah, ikisinin yanına geldi. Elinde bir baret tutuyordu. Gülbahar, adama sordu:
"Adem abi, kurban olayım bişi söyle! Buldunuz mu?..."
Ama Adem konuşamıyor, Gülbahar'ın yüzüne bakamıyordu. Gözlerine dikkatle bakınca akıttığı siyah göz yaşları farkedildi. Sonunda adam yutkunarak:
"Başın sağolsun bacım....maalesef ikisini de kurtaramamışlar....yedi şehidimiz var, Hüseyin de son anda oğlunu çıkartmaya çalışmış ama ..... "
Adem, cümlesini tamamlayamadı. Hani bazen kıyamet günü nasıl olacak deriz ya, işte o gün Gülbahar ve Yeşim için kıyamet günüydü. Galaksiler iç içe geçmiş, kara delikler dünyayı değil tüm Samanyolu'nu yutmuş; yıldızlar toz olmuş, dünyanın ekseni yamulmuş, Kutuplar yer değiştirmişti.
14. BÖLÜMÜN SONU
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEŞİM
RomanceGöl Büyücüsü Gülbahar ve kızı Yeşim'in heyecanlı, aksiyonu bol, hüzünlü aynı zamanda romantik hikayesini dizi izler gibi okuyacaksınız. Kapak tasarımı: @writerladyy