Cem hızla odasına çıkarken Yasemin hanımda başıyla Mehmet'e yaklaşmasını işaret etti.
-Anlat bakalım Mehmet ne yaptınız hafta boyunca bir yaramazlık oldu mu?
-Yok hanımefendi bir yaramazlık olmadı okuldan eve, evden okula gidip geldik. Yalnız küçük bey aldığımız sıkı tedbirlerden hayli rahatsız olmaya başladı, bana sürekli sorular sorup duruyor.
-Ne gibi sorular?
-Klasik şeyler efendim ben neden sokağa çıkıp arkadaşlarımla oynayamıyorum, neden okulda da benimle dolaşıyorsun gibi sorular, mesela daha demin neden biz de adaya diğer insanlar gibi vapurla geçmiyoruz diye sordu.
-Daha bu yaşta bunlardan bu kadar sıkıldıysa biraz daha büyüyünce ne yapacağız biz, bu durum beni çok endişelendiriyor.
-Hanımefendi haddim olmayarak bir şey söylemek istiyorum. Bence Cem beyin yurtdışında yatılı bir okulda okuması hem güvenliği hem de rahatı açısından daha iyi olabilir.
-Haklısın Mehmet bunu bende düşünüyorum ama oğlumdan ayrılmak çok zor geliyor ona ne kadar zor kavuştuğumuzu sen de biliyorsun.
-Biliyorum hanımefendi Dilaver bey beni Cem beyin yaşında yanına alıp kendi oğlu gibi yetiştirdi yaşadığınız zorlukların en yakın şahitlerinden biride benim ama yine de Cem bey için en iyisinin bu olacağı düşüncesindeyim.
Dilaver bey, şoförü İlyas ve karısı Hatice trafik kazasında öldükten sonra onların oğlu Mehmet'i yanına almış ve onun en iyi şartlarda yetişmesini sağlamıştı. Dilaver bey Mehmet'in üniversiteye gitmesini de istemiş fakat Mehmet, Dilaver beye daha fazla yük olmak istemediği için inatla üniversiteye gitmeyi reddetmiş, Dilaver beye onun uygun göreceği bir işte çalışmak istediğini söylemişti. Dilaver Bey her ne kadar onun üniversiteye gitmesi için diretse de Mehmet'in kararı kesindi Dilaver beyde bunun üzerine o sırada yeni doğmuş olan biricik oğlu Cem'le ilgilenme ve onu koruma görevini Mehmet'e vermişti.
O gün bugündür Mehmet Cem'le ilgileniyordu ve bugün tam 26 yaşına basmıştı. Arada bir düşüncelere dalıp üniversiteye gitseydi hayatı nasıl olurdu diye düşünüyordu ama o yinede şimdiki hayatından memnundu, Dilaver beyin hayattaki en sevdiği varlığı olan oğlunu koruyarak ona olan minnet borcunu ödediğini düşünüyordu.
-Galiba haklısın Mehmet ama bilemiyorum işte oğlumun hasretine nasıl dayanırım bilemiyorum.
-Sık sık gider görürsünüz yanında ara ara kalırsınız nasıl olsa bunları gerçekleştirebilecek imkanlara sahipsiniz.
-Böyle anlatınca olabilirmiş gibi geliyor, iyisi mi Dilaver'le konuşmadan önce sen bu konuyu iyice araştır sonra düşünüp taşınıp bir karar veririz.
-Emredersiniz efendim ben ilgilenirim bu konuyla, başka bir isteğiniz yoksa ben izninizi isteyim.
-Başka bir şey yok Mehmet gidebilirsin. Bu arada sağ ol.
Mehmet gülümseyip selam vererek salondan çıktı. Bu sırada Cem hızla merdivenlerden aşağıya doğru iniyordu. Evleri gerçektende çok büyüktü, ev içindeki antika eşyaları ve en ünlü ustaların elinden çıkan mobilyalarıyla bir saraya benziyordu. Evdeki mobilyaların çoğu yurtdışından getirilmişti ve bu 1987 senesinde yapılması oldukça meşakatli bir işti.
-İşte karnem anne, bak bütün derslerim on gördün mü?
-Görüyorum oğlum görüyorum aferin benim çalışkan oğluma şimdi dile benden ne dilersen, ne alayım sana ne istersin?
-Naci amcanın dükkanının vitrininde çok güzel bir top gördüm onu istiyorum.
-Tamam oğlum yarın seninle çarşıya iner alırız o beğendiğin topu tamam mı?
-Tamam anneciğim çok teşekkür ederim. Dondurma da alır mıyız?
-Alırız tabi oğlum, yarın sen ne istersen onu yaparız.
Cem sevinçle mutfağa, karnesini evin çalışanlarına göstermeye gitmişti. Çalışanların hepsi çok uzun yıllardır onların yanlarındaydılar ve artık bir aile gibi olmuşlardı. Yasemin Cem giderken arkadan ona baktı ve Cem'in bu kadar para ve güç içerisinde nasıl olup da şımarmadan böylesine efendi ve mütevazi bir çocuk olduğuna şaşırıp kaldı. Tabi bu arada böyle bir çocuk yetiştirdiği için kendisiyle gurur duymayı da ihmal etmedi. Aslında Yasemin hanımın kendisiyle sıkça gurur duyabileceği bir uğraşı yoktu kendisini eşine ve çocuğuna adamıştı, hayatını onlara göre şekillendiriyordu.
Ama bu güç ve parayla örülmüş hayatlarının gerçekleriyle boğuşmakta herkesin harcı değildi ve Yasemin hanım bunu gerçektende çok iyi başarıyordu.
-Fatma teyze bak karneme hepsi 10 gördün mü?
-Aferin benim çalışkan Cem'ime şimdi ne pişireyim sana ne istersin kuzum?
-Tavuk, patates bir de makarna istiyorum. Yanına da şöyle koca bir bardak buz gibi kola istiyorum.
-Hepsi iyi hoşta o kolayı içme be kuzum bak ben sana mis gibi bir ayran yapayım onu iç.
-Hayır ben kola istiyorum, hani ne istersem yapacaktın.
-Tamam, tamam ne istiyorsan onu iç.
-Mustafa amca nerde Fatma teyze?
-Bahçede fidan dikiyor kuzum git bir bak bakalım ben de o sırada senin yemeğini hazırlarım.
Fatma ile Mustafa karı kocaydılar Mustafa 62 yaşında ak saçlı tombul bir adamdı, o da dede mesleği olan bahçivanlığı seçmişti, huyunu suyunu bilmediği bitki yok gibiydi. Fatma'da 57 yaşındaydı onun saçları kocasınınkine inat simsiyahtı, herkes Fatma'nın saçlarını boyadığını düşünüyordu, ama onun saçlarına şimdiye kadar hiç boya değmemişti ve o da bununla gurur duyuyordu. Karı koca köşkün bahçesindeki müştemilatta kalıyorlardı. Bir oğulları vardı o da Erzurum'da öğretmenlik yapıyordu. Bu yüzden artık hayattaki tek uğraşları bu koskocaman köşk olmuştu, köşkte onlardan başka iki kişi çalışıyordu hizmetçi Emine ve evin uşağı Remzi efendi, ikisi de işlerinde profesyonel kendi halinde insanlardı.
-Mustafa amca ne yapıyorsun?
-Oooo küçük bey sen mi geldin, ne yapayım fidan dikiyorum işte, sen nasılsın iyi misin?
-İyiyim, bak karnemi aldım bütün derslerim 10.
-Hay yaşa sen aslan parçası, zaten senden de bu beklenirdi.
-Sağol Mustafa amca, köpeğim nerde kulübesinde mi?
-Yok biraz önce bahçede dolaşsın diye saldım, arka taraftadır sanırım.
Cem koşarak bahçenin arka tarafına doğru gitti, köpeği Şanslı gerçektende orada kendi kendine koşturup duruyordu, Cem'in geldiğini görür görmez koşarak Cem'in yanına geldi ve onun bacaklarına dolandı. Cem hemen eğilerek Şanslı'nın boynunu okşamaya başladı, daha sonra yerde duran topu alarak Şanslıyı oynatmaya başladı.