Kâinat, daimî olarak bozunur; mevcudiyetini oluşturan her bir zerresi çözünüp, çürüyüp, paslanıp ve nihayetinde her şey gibi birbirlerinden çaresizce uzaklaşıp soğurken, her şeyin hiçbir şey ile tekilleştiği o kara çukur-kürelerden birinin iç ötesindeki iki varlık, kendilerince sohbet halindeydi. Işığın etrafında kör dönen kanatlı mahlûkatlardan farksız, üzerilerine kadife gibi uzanmış geceyi nakışlamakta olan parıltılara çekilen Arz'ın meczup çocukları ise, Arşın bal akan ırmaklarında tazelenip misk kokulu çayırlarına uzanmayı düşlese de nicedir yanlış yere baktığının farkında değildi.
Gözlerin göremeyeceği, kulakların işitemeyeceği, ne dokunmanın ne de tatmanın mümkün olduğu zamansız kara-çukur kürenin iç ötesindeki iki varlık, Arş'taki diğer aile üyelerinden yeterince uzakta birbirlerini yokluyordu.
"Işık Kaçıran, olasılıklar arasından hangisine sığınmış olabilir?" diye sordu, kadın figürüne bürünmüş varlık. Sözün ifade ettiği anlam, sözcüklerden değil, Arş'tan taşıp cismanî kâinatın dört katına yayılan dalgalardan oluşuyordu.
Dalgalar, erkek figürüne bürünmüş diğer varlığın dalgalarıyla çarpıştı. "Hikmetimin kıyıları sığ... Işığı kaçırmış birinden bahsediyoruz ne de olsa... Böyle bir olasılığın vuku bulacağı aklımızın ucundan bile geçmezdi." diye cevapladı kendince.
Ötekinin içseli titreşiyordu; kendi çevresinde kısacık dalgalara sebep veriyordu bir anlamda. "Şekil Verici ile Ruh Bağışlayıcı, ışığın kaçırıldığı olasılıklara kayıtsız..." diyerek süzülen dalgalara bir yenisini ekledi huzursuzca.
Erkek figüründeki varlık, suların durulmasını bir süre bekledikten sonra, "O olasılıklar ve dolayısıyla Işık Kaçıran ümitsiz vaka; anne ve baba kayıtsız çünkü aralarındaki denge hiçlik kadar eski... Ayrıca, Arş'a değin uzanacak bir dalga olamaz, sakinleş..." dedi son kez yayılan ketum bir dalga şeklinde.
###
Şehrin Kuruluşunun İki Bininci Yılı idi. Günler, yaz mevsiminin ortalarına doğru ağır aksak yuvarlana dursun Athmir'in rutubetli sokaklarına iplik iplik sisler çökmüştü. Hakeza, gökyüzünü boydan boya kapatan mürekkep rengi bulutlar da birbiri üzerine binip iç içe geçmiş, sanki şehri hararetle karanlığa boğmaya niyetlenmişti. Gökyüzünde hüküm süren hareketliliğin aksine Keth Körfezi ise ölüm sessizliğine bürünmüş, kendi yalnızlığına çekilircesine her zamankinden farklı olarak çarşaf gibi dümdüz serilmişti.
Hal böyleyken içten içten bayatlayan şehir, akşam vaktine yaklaşıyordu. Athmir'in Liman bölgesindeki en gözde meyhanesi Kaçak Kaçık, günün her dakikası susuzluk çeken, saatin kaç olduğuna aldırış etmeden birayı, şarabı, kana karışacak hangi zehir varsa onu zıkkımlanacak erkek ve kadınlarla dolup taşmıştı yine.
Yan masada barbut oynayan cılız adamın ikide bir "Hile yapıyorsun! Zarlar hileli! İki eldir bana on iki geliyor." diye martaval atması, iki sokak ötedeki ıvır zıvırla dolu dükkânını kapatıp azıcık kafa dağıtmaya çalışan hurdacıyı çileden çıkarmıştı artık. Kumarbazlara "Sessiz olun bok çuvalları!" diye bağırdıktan sonra titreyen ellerden tahta masalara ya da ahşap döşemelere dökülen alkolün yaydığı çürük ve şekerli kokuya diğer herkes gibi aldırış etmeden bira dolu maşrapayı dişleri arasına geçirdi. "Hey! Yavaş olsana biraz!" diye uyardı tam karşısındaki sandalyede usturuplu şekilde ona eşlik eden komşu dükkân sahibi. "Bu gece yine kapı dışarı edileceksin yoksa!"
Hurdacı, dili damağı birbirine yapışmışçasına şapur şupur "Bethilda mı? Beni... Kapı dışarı? Hıhıhı..." diye zırvaladığı esnada öteki, bir arkadaki masaya kulak kabartmıştı. Zira komşu dükkân sahibi, Liman inzibatlarının ağzından çıkan kelimelerin erkekliğe adım atmakta olan bir kızan gibi titrediğine hiç şahit olmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)
FantasíaMetal ayakları benek benek kabarmış, paslı bir ranzada yatan mahkûm, tavanın köşesini, iki taş duvarın kesiştiği yeri yuvalamış bir örümceği izliyordu. Tel tel, ipeksi ağın kıvrımlarında gezinen bu kırmızı benekli yaratık bir hayli açık seçikti. Zir...