Bilmeni isterim ki; kalbiyle sevenler, aklıyla unutamaz.
Min Yoongi
Bedenin ruha büsbütün yük olduğu saatleri severdim en çok; gece yarısı henüz olmuş, sabaha ise geceyi taçlandırabilecek kadar uzunca zaman var. Geçmişin hatıraları, geleceğin bilinmezliği, şu anın ağırlığı arasında sıkışıp kalmışım. Attığım her adım felaketim olacakmışçasına çaresizce dikiliyorum tam ortada.
Çözüm?
Çözüm yok!
Büsbütün yıkılmışım, belki kazanmış, belki kaybetmişim ama sevinememişim hiç. Kasvet odamın duvarlarını süsleyen tablo, nefreti sigara gibi sürekli çekiyorum içime, bunalmışlık hat safhada. Söylediğim ve söyleyeceğim her şey boş, ağzımı açmak boşa kürek çekmek demek, susmak zehir gibi; içimi yiyip bitiyor. Düşünmek boğuyor, düşünmemek elimde değil.
Her gece aynı şey, her gece yeniden, her gece biraz daha eski ama hâlâ çok güzel. O kırılma noktasında kalıyorum, biraz daha kafa yorsam kapılacağım cazibesine. O çizgiyi geçmek cesaret ister, ondan bende hiç yok. İleri gitmek akıl işi değil. Akıllı mıyım? Belki değilim ama bunu göze alacak kadar çıldırmadım henüz.
Vakit benim vaktim. Sabaha kadar özgürüm, sabahta tutsak değilim gerçi. Bütün tutsaklığım yıllara gömülü, çıksa gelse affedeceğim, yüce gönüllü olduğumdan falan da değil, yıllarca yaşadığım ızdırabı yok edebilmek için.
Belki ilk kez bencil olacağım ve ilk kez de iyi. Tanımlar ve etiketlere sığdıramıyorum kendimi; ya daha üstün kalıyorum bir sıfata ya da dolduramıyorum içini, tam oturmuyor asla benliğime. Kaldı ki bahsettiğim benliği ben bile kabullenemiyorum. Çaresizlik damarlarımda kan niyetine dolanıyor. Tek geçici çözüm; eylülün tatlı esintisini ve hüznünü kucaklayan terasım, bir şişe şarap, henüz yarıladığım bir paket sigaram.
Sarsak adımlarla mutfağa girdikten sonra yaptığım ilk iş, bulunduğum konuma en yakın bardağa uzanmak oldu. Kadehler fazla yukarıdaydı, misafir gelmediği takdirde kullanma zahmetine girmezdim, misafirse zaten hiç uğramamıştı.
Terasa açılan sürgülü kapıyı gücümün son kırıntılarını kullanarak anca aralayabildim. Bakıma ihtiyacı vardı, evdeki birçok şeyin olduğu gibi, umursayasım yoktu. Zorunluluğum olmadığı müddetçe evden kolay kolay çıkan bir adam değildim zaten, eve birini alma ihtimali ise söz konusu dahi değildi. Kendimi büsbütün bağdaştırdığım ve neredeyse ruhumun bütün yaralarını estetik kaygı gözetmeden etrafa resmettiğim duvarlarımı benden başkasının görmeye hakkı yoktu. Kapılarımı açabileceğim tek insansa buraya uğramayı aklından bile geçirmezdi zaten.
Kokusundan rahatsız olduğum boya kutuları, kurumaya terk ettiğim terasta kullanılamaz hale gelmişti. Acımadım, yenilerini alırdım. Kendimi dünyadan soyutladığım evimde küçük uğraşlarım için harcadığım parayı gözümde büyütecek değildim. Gerçi gözünde büyüttüğü şeylerin yerle bir oluşuna bizzat şahit olmuş bir adamın, böyle bir saçmalığı yapması yersiz olurdu. En sevdiğim plağı gramofona yerleştirdim, kulağıma dolan hoş ses gülümsemem için yeterliydi. Terasıma kolay kolay hüzün taşımazdım.
Battaniyemin üzerinde 7/24 hazır durduğu geniş koltuğa yayıldım. Yumuşak kumaşı iyice vücuduma sarmayı da ihmal etmedim. Şarabı kupada içecek kadar indirgesem de, şişeden içme ilkelliğini sergilemedim hiç. Herkesin etik çizgileri farklı seyrediyordu nasıl olsa, kimsenin umursamadığı şeyler sizi çileden çıkarabilir, bir çoğunun yas tuttuğu olayları kahkahalar eşliğinde atlatabilirdiniz. Hazır tadım kaçmışken, sigaramı da yaktım hemen. Benim için altın üçleme buydu işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Partners in Wine || 𝑌𝑜𝑜𝑛𝑘𝑜𝑜𝑘
Fanfiction[one shot] "Tanrıya inanmaz, şarabı kupada içer içine de su katardı, çarşafı her daim dağınık ve sürekli ağlardı." « 𝑟𝑒𝑑 𝑙𝑖𝑝𝑠 𝑎𝑛𝑑 𝑤𝑖𝑛𝑒 𝑠𝑖𝑝𝑠 » @vindemiera '𝑎 𝑖𝑡ℎ𝑎𝑓𝑒𝑛