Soğuk, öyle soğuk ki hiç bir hücremi hissetmiyorum. Dudaklarım morarmış parmaklarım neredeyse buz tutmaya yüz tutmuştu. Bilincim, açık mı değil mi emin değilim kendimi yokluyorum.
İsmim Su , 18 yaşındayım, tımarhanedeyim.
Hayır yanlış! güncellemeliyim. Benim adım Alev,18 yaşındayım, bok çukurunun içerisindeyim.
Ne kadar üşüsem de kemiklerim sızım sızım sızlasa da gülümsedim. Bütün acılarıma tezat, her şeye inat gülümsedim. Ayağa kalkmalıydım. Bu kadar erken pes edemezdim. Hücre işkencesinin ilk aşaması dondurucu bir soğuk vermekti. Ardından ise yavaş yavaş ölüme hazırlıyorlardı sonrasında ise öldürmeden bırakıyorlardı. Ölümün kıyısından döndürüyorlardı yani.
Yavaşça kafamı kaldırdım. Zifiri karanlık beni korkutmuyordu. Hiç bir zaman karanlıktan korkmazdım. Ancak kendimi garantiye alabilmek için köşeye doğru süründüm. Ellerimle etrafı yoklayıp her hangi bir şeyin olup olmadığına kanaat getirdim. Elim, duvarın pürüzlü yüzeyi ile temas edince sırtımı oraya yaslayıp nefesimi dışarıya verdim.
Kendimi o kadar güçsüz hissediyordum ki kolumu kaldıracak takatim yoktu. Sanırım denize girince ıslak kıyafetlerimle kalmak üstüne birde gecenin soğukluğunu her hücremde hissetmek beni hasta etmişti. Yanlış zamanlamanın esiri olmuştum yani.
Üşümem yavaş yavaş geçerken. Geçen şeyin benim vücut sıcaklığım mı yoksa etrafın yavaşça ısınması mıydı? İşte bundan hiç emin değildim.
5 Dakika sonra etrafın iyice ısınması ile düşüncemi doğruladım. İşte başlıyoruz..
Elimle üstümü yokladım hala dünkü kıyafetlerim vardı. Bunları çıkarmak istiyordum fakat şerefsizler, muhtemelen kamera dan beni izliyorlardı. Saçlarımı tepeden toplayıp vücudum ile temasını kestim. Şakaklarımdan akan terler aşağıya doğru bir yol çizerken kendimi yere attım.
Ancak bu yaptığım yanlış bir şeydi çünkü sıcaklık, zaten yerden geliyordu. Sanki ateşe değmişim gibi hızlıca yerden kalktım. Tenim öyle çok yanıyordu ki. Bu sıcaklık karşısında sadece bir an önce ölmeyi diliyordum.
Elimle duvarı yoklayıp sıcaklık düzeyine baktım ancak bu da yanlış bir hareketti. Kavrulmuş gibiydi duvar. Elimi hemen çekip üfledim hızlıca. Elimi aşağı yukarı sallayıp biraz olsun rüzgar olmasını sağladım.
Canım öyle çok yanıyordu ki ne yapacağımı bilemez haldeydim. Sanki yanan ateşin yanında duruyormuşum gibiydi. İlk kez ismimden böylesine nefret ediyordum.
"Gücünüz bu kadar mı?!" Öfkeyle bağırdım. Beni duyduklarına emindim. Hatta izlediklerine de. Bu sözlerimle birlikte, sıcaklık artarken yerimde sıçrayıp ağızımdan kaçan çığlığa engel olamadım.
Beni öldürmeden bırakmayacaklardı o yüzden bağırışlarım ile onları eğlendirmek istemiyordum. Çığlıklarımı kesip onun yerine kahkaha atmaya başladım. Göz pınarlarımdan yaşlar akıyor ancak ben kahkaha atıyordum. Kahkahalarımın arasına küfür sıkıştırmayı hiç unutmuyordum. Öyle çok kahkaha atıyordum ki boğazım acımaya başlamıştı. Kahkahalarıma dur durak vermezken kendimi yere attım.
Cayır cayır yanıyordum bildiğin. Canım öyle çok yanıyordu ki. Bu, cayır cayır insan yakmak gibiydi. Ah pardon zaten cayır cayır insan yakıyorlar.
Ölmek istiyordum. Bu kadar gururlu olmasaydım, öyle ki beni öldürmeleri için yalvaracaktım.
"Su, hadi canım benim saat geldi." Annem, her cumartesi olduğu gibi bu cumartesi de sabah erkenden kaldırmıştı. Bugün işe gidecektik birlikte. Annemin son işiydi bu. Bundan sonra erken kalkmak zorunda kalmayacaktım neyse ki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güherçile
Genel KurguGüherçile, anlamı buydu aslında her şeyin, bütün yaşadıklarımın, yaşayacaklarımın ve yaşayamadıklarımın. Barutla yan yana gelen patlayıcı bir madde benim de hayatım. Fakat benim hatam, maddeye barutla değil ateşle karşılık vermekti. Bütün hayatımı b...