Kendi dünyama geçiş yaptığımda yine karanlık depoda olduğumu fark ettim. Bir önceki dönüşümde dövmecideydim, peki şimdi neden buraya gelmiştim?
Acaba ne kadar süre geçmişti? Dakikalar mı yoksa saatler mi? Her seferinde süreyi kontrol etmeyi unutuyordum. Çok süre geçmemiş olmasını umarak hâlâ kilitli olan kapıyı yumruklamaya başladım.
"Kimse var mı? Çıkarın beni buradan!" İçerisi çok karanlıktı ve ilginç bir şekilde gözüm karanlığa alışmıyordu. Karanlık tarafından yutuluyormuş gibi hissediyordum ve bu his nefesimi daraltmaya başlamıştı.
"Kimse yok mu?" diyerek kapıyı yumruklamaya devam ettim. Büyük ihtimalle kimse yoktu çünkü Eris kimsenin gelmeyeceğine emin olduğu bir nokta seçmişti. Buradan hemen çıkmazsam bayılırdım. Zaten çok yorgun hissediyordum.
Kapıyı yumruklamaya devam ettim ama güçten düştüğümü hissediyordum. Buna ne kadar devam edebileceğimden emin değildim.
Bir süre daha kapıyı yumrukladıktan sonra yumruklarım yumuşaklaşmaya başlamıştı. Umudumu kaybetmek üzereydim, tabii bir ses duymasaydım.
Kapının kilidi yavaşça döndü ve kapı dışarı doğru açıldı. Yorgunluktan kapıya yaslandığım için ileri doğru sendeledim ama düşmeden biri beni yakaladı.
"Senin burada ne işin var?" Gözlerimi yavaşça aralayarak beni tutan kişiye baktım. Alkın merakla bana bakıyordu. Onun burada ne işi olduğunu sorgulamaya halim olmadığı için mırıltıyla cevap verdim.
"Bunu git o manyak arkadaşın Eris'e sor. Sonra bana da söylersin." derken gözlerim kapandı ve derin bir uykuya dalmaya başladım.
<<<•>>>
Gözlerime on kilo pirinç çuvalı konulmuş gibiydi. Aralamak istesem de başaramıyordum. Biri şu çuvalları gözümün üzerinden çekmezse sonsuza kadar uyurdum ve Fabulasium denen dünyadaki rolüm de Uyuyan Güzel olarak değişirdi. Aslında bence bir sakıncası yoktu.
"Simay? Simay. Simay. Simay. Simay." Beynime kazınan ses tonu beni adımdan soğutuyordu. Kimin seslendiğini henüz çözememiştim.
"Simay! Simay!" Biraz tanıyacak gibi oldum ama yüzüme gelen suyla aniden gözlerim açıldığı için buna gerek kalmadı. Pelin, elinde su sürahisiyle birlikte bana endişeyle bakıyordu. Arkasında Egehan ve Toprak da vardı.
"Kız çilli, düşüp bayılmışsın tenhalarda." dedi Toprak.
Pelin sürahiyi yanıma koyup "Gerçekten senin ne işin vardı o karanlık depoda?" diye sordu.
Yüzümü kolumla silerek doğrulmaya çalıştım. "Önce bir kendime geleyim izninizle." dedim dişlerimi sıkarak ve arkama yaslandım.
Egehan ve dövmeleri yanıma yaklaştılar. "Geçmiş olsun. İyi misin?" dedi Egehan. Dövmelerini gördükçe diğer dünyayı hatırladığım için çok da iyi değildim aslında ama bunu belli etmeden gülümseyerek başımı salladım.
"Sağ ol. İyiyim." dedim. Egehan niye buradaydı acaba? Yoksa yokluğumda Pelin ona açılmayı başarmış mıydı?
"Ben ne zamandır yokum?" diye sorduğumda Pelin kaşlarını çattı. "İki saat olmuştur herhalde." diye cevap verdi. Toprak yanıma oturarak gözlerime baktı ve elllerimi tuttu.
"Acilen test çözmeyi bırakmalısın." dedi ciddi bir sesle. Gözlerimi kısarak "Sana bunu Yaprak mı söyletiyor?" diye sordum. Beni elemek için her şeyi yapabilirdi.
Toprak gözlerini devirerek iç geçirdi. "Onun gözü yükseklerde maalesef. Şu an senin yerinde Yekta yatıyor olsaydı bunu yapabilirdi, hatta onu ilaçlarla uyutup uyanmasını engelleyebilirdi ama sen onun gözünde bir hiçsin." diye cevap verdi. Dik dik ona baktım ve Yekta'yı bile geçmeye karar verdim. Vakit bulabilirsem tabii.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf Dövmecisi
FantasíaKaranlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyordu. Burası normal bir dövmeci gibi görünen ama normallikle uzaktan yakından alakası olmayan bir yerdi. Dükkan göz önünde olmasa da kime sors...