3:: Onu tanımıyorum.

1.5K 275 133
                                    

insta: sexeesaw

keyifli okumalar!

Yatağının soluna, ay ışığını odasına sızdıran pencereye dönmüş bir şekilde vücudunun uykuyu kucaklamasını bekliyordu Jimin. Her ne kadar duş alıp rahatlasa da, gün boyu ağladığı için gözleri hâlâ batıyor, yanıyor ve başındaki ağrı az sonra başı bir balonmuşçasına patlayacakmış gibi hissettiriyordu.

Gecenin soğuk ayazına karışan rüzgar penceresini dövüyor, sıcak olan odasına rağmen vücudunu bir ürperti sarıyordu. İç çamaşırı dışında üzerinde hiçbir şey yoktu. Kurdu, saatler öncesine nazaran şimdi daha sakinleşmiş ve bir köşeye sinmişti huzurla. Jimin de şimdi daha sakinleşmiş, olan biteni ciddi bir süzgeçten geçirerek kavramaya başlamıştı.

Ruh eşini bulmuştu. O anın getirdiği panikle ruh eşini pek incelemeye fırsatı olmasa da -çünkü kendisi arkasına bile bakmadan kaçmakla meşguldü- hatırladığı kokusu bile kendisini iyi hissettirmeye yetmişti. Eli, kendisinden bağımsız bir şekilde omzundaki kiraz çiçeği dövmesine tırmanırken gözleri usulca kapandı. Etrafını saran yağmur sonrası toprak kokusu okyanusun kokusuyla harmanlanmıştı. Jimin, böyle bir kokunun var olabileceğinden bile emin değildi ancak keskin burnunun duyduğu koku karşısında yanılmadığını da biliyordu.

İçindeki huzur giderek artarken elini dövmesinin üzerinden çekmeden penceresinden görünen Ay'ın görüntüsünü seyretti bir süre. "Dakota annemle karşılaştığınızda, siz de böyle mi hissettiniz?"

Ölen annesiyle konuşma yöntemi hemen hemen bir senedir buydu Jimin'in. Bir senedir, yatağının sol tarafı favorisi olmuştu. Bu yüzden her akşam penceresinin perdelerini açık bırakıyor, gökyüzünü seyrederek annesiyle iletişim kuruyordu. Belki yanında değildi ancak bir tek bu şekilde tamamen gitmemiş gibi hissediyordu.

Çalan telefonuyla gözlerini penceresinden çekip sağ tarafına dönmüş, komidinin üzerinde ekranı yanan telefonuna uzanarak eline almıştı. Annesinin aradığını görerek tekrar sola döndü ve ay ışığını seyrederken aramayı cevapladı.

"Bebeğim?" Annesinin yumuşak sesini işittiğinde içinin sıcacık olduğunu hissetti. Onu özlemişti. Birkaç gündür hastanede yoğun bir şekilde nöbet tutuyordu. Böyle zamanlarda, annesinin doktor oluşundan nefret ediyordu. Belki hayat kurtarıyordu ama bazen küçük oğlunu da ihmal ediyordu. Jimin her ne kadar yirmi iki yaşına basmış olsa da, böyle zamanlarda -ki bu zamanlar tam olarak bugün gibi olan günleri içeriyordu- kendisini ilgiye muhtaç küçük bir çocuk gibi hissetmeden edemiyordu.

"Anne?" dedi mırıldanarak. "Ne zaman geleceksin?"

"Bebeğim.." Annesi, kendisini kötü hissetti oğlunun sorusu karşısında. Elinde değildi. Seul şehri son zamanlarda çığrından çıkmış gibiydi. Her gün, bir öncekine göre daha fazla hasta geliyordu ve hastanedeki sayılı kalp damar cerrahlarından biri olması, Dakota'yı hastanede kalmaya mecbur kılıyordu. "Çok özür dilerim."

Jimin gülümsedi. Buruk bir gülümsemeden başka bir şey değildi bu. Mirae annesi öldüğünden beri koca evde çoğunlukla tek başına geçiyordu vakitleri. Dakota, bundan bir sene öncesinde de sürekli nöbete kalıyordu fakat Mirae annesi yanında olduğu için zamanı çok güzel eritiyorlardı. Birlikte mutfağa giriyor, çeşit çeşit tatlılar yapıyorlardı. Ya da Jimin'in oyun konsollarından oyun oynuyorlardı. Mirae, bir şekilde anneden çok arkadaşıydı Jimin'in ve onu kaybetmek kendisinde kapanması çok zor yaralar açmıştı.

"Sorun değil." diyebildi hattın ucundaki annesine. Üzüldüğünü biliyordu ve onu üzmek bu hayatta en son isteyeceği şey bile değildi. "Sadece seninle konuşmak istiyordum. Geldiğinde konuşuruz artık."

Sweet // YoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin