Bilirsiniz ki ben kaos yaklaşınca daha hızlı bölüm yazarım ;)
Bu hikaye için kafamda güzel bir kurgu var, sanırım o olduktan sonra hepimizin aklındaki soru işaretleri çözülecek ama şu an için yapacağım kaosu yazmak istiyorum.
Lydia saraya gelmişti ve düğün hazırlıkları yavaş yavaş başlamıştı.
Annem onu tanımam için beni zorluyordu bu yüzden bir günümü ona ayıracaktım.
Sabah onu odama çağırdım ve birlikte odamda hazırlanmış olan kahvaltı masasına oturduk.
"Benim bazı katı kurallarım vardır Lydia. Bunları baştan seninle konuşalım."
"Tabii prensim, nasıl isterseniz."
"İşlerime karışılmasını fazla sevmem, yaptığım şeyleri onaylamıyorsan bu düşünceyi kendine sakla ya da uygun bir dille bana söyle. Bana karşı gelme, bir şey söylüyorsam bunu mutlaka gerçekleştir."
"Bunlar sizce de fazla katı kurallar değiller mi?"
"Uymak zorunda değilsin, önümde başka seçeneklerim de var."
Lydia söylediğim şeyle yutkunup önüne dönmüştü.
"Anladım efendim."
"Efendim lafından da hoşlanmam, prensim ya da majesteleri demelisin."
Başını tamam dercesine sallayıp önündeki şeyleri yemeye devam etmişti.
"At binmede nasılsın?"
"Sarayımdaki en iyi at sürücüsü benim." Deyip gülümsedi Lydia. Gerçekten güzel ve zeki bir kıza benziyordu. "İsterseniz birlikte bir gezintiye çıkabiliriz."
"Bu beni mutlu eder. Seni daha yakından tanımak istiyorum Lydia. Bana biraz kendinden bahseder misin?"
"Ben... kendimden bahsetmeyi pek beceremem aslında. İki ablam ve iki de abim var. Hepsi de şu an evliler ama ben henüz evlenemedim."
"Bir nedeni var mı peki?"
"17 yaşımdayken bir nişanlım vardı, onu gerçekten çok seviyordum ve evlilik tarihimiz bile belliydi. Kendisi bir askerdi ve gerçekten güçlü bir askerdi, gözüpek. O sıralar bir savaş patlak verdi ve savaşa gideceğini söyleyip bana bu kolyeyi vererek yanımdan ayrıldı." Deyip boynunda duran kolyeyi tuttu. "Ama geri dönmedi."
Son cümleyi söyleyip dolan gözünü hızlıca silmişti.
"Ondan sonra başkasını sevmeyeceğime yemin ettim ama evlenip çocuklarım olsun istiyordum ve sizin teklifiniz bu yüzden bana mantıklı geldi. Bilmiyorum, belki ileride sizi severim ama sanırım hiçbir zaman tutkulu bir aşk yaşayacak derecede olmayacak bu. Eğer sizin için sorun olacaksa..."
"Hayır, aslında sanırım böylesi benim için de daha iyi olacaktır. Çünkü kısa zaman önce başımdan kötü bir olay geçti ve ben de bundan uzaklaşmak için bu evliliği yapma kararı aldım. Benzer düşünceler bizi birbirimize yakınlaştıracaktır."
"Yoksa siz de mi sevdiğiniz birisini kaybettiniz."
"Hayır, aslında hala hayatta ama ben onu yanımda istemiyorum."
"Onu seviyor musunuz?"
"Bir önemi var mı?" Dediğimde gülmüştü.
"Hem de fazlaca önemi var. Hala hayattayken, hala yanınızdayken onun kıymetini bilmezseniz gittiğinde ondan kalan küçücük bir nesneye muhtaç olursunuz." Bunu deyip kolyesini tutmuştu. "Tıpkı benim gibi."
"Bu konuda kararım kesin ve değişmeyecek. O yüzden bence boşuna nefesini tüketme."
"Üzgünüm sadece... sevdiğim adam şu an hayatta olsaydı burada kesinlikle olmazdım."
"Keskin çizgileri olan bir adamım ve yalanı kabul edemem. Ve o bana büyük bir yalan söyledi."
"Sizi aldattı mı?"
"Aldatsa şu an hayatta olmazdı." Deyip elimdeki çatalı tabağıma birkaç kez vurdum. "Bunlardan konuşmasak. Çünkü sinirleniyorum ve sinirlenince ne yaptığımı bilmez hale geliyorum."
"Tabii. Üzgünüm, sizi üzmek istemezdim. Belli ki gerçekten affedemeyeceğiniz şeyler yaşanmış."
"Öyle oldu. Neyse; kahvaltını ettikten sonra birlikte biraz yürüyelim mi? Sana sarayı gezdirmek istiyorum."
"Bundan oldukça memnun olurum prensim."
...
Kahvaltı sonrası Lydia ile sarayda küçük bir gezintiye çıkmıştık. Başta saray içinde gezindik ve daha sonrasında askerlerin eğitiminin yapıldığı yere indik.
"Askerlerin eğitimini sıkı olarak denetlerim. Bir ülkenin temelini askerler inşa ederler çünkü."
"Ne kadar mükemmel bir düşünce. Babam da aynı sizin gibi düşünüyor."
Gözüm askerlere kayınca Raphael ile göz göze gelmiştim. Bana anlam veremediğim bir öfke ile bakıyordu.
Yüzünü çevirip önüne döndü ama sonra tekrar bana bakmıştı.
"Bir sorun mu var Raphael?"
"Gerçekten evlenecek misiniz prensim?"
"Evet de bu seni neden alakadar ediyor?"
"Beni etmiyor. Alakadar edecek başka tanıdıklarım var gerçi."
Bunu dedikten sonra uzaklaştı ve ben önümdeki çiti sinirle sıktım.
"Ne demek istedi?"
"Kendisi Magnus'un arkadaşı."
"Magnus?"
"Sana kahvaltıda bahsettiğim kişi." Dediğimde gülmüştü.
"Bir erkek olduğunu tahmin etmemiştim. Sanırım aynı zamanda da bir asker."
"Öyleydi. Onu saraydan göndermeden önce."
"Siz katı ama aynı zamanda oldukça anlayışlı birisine benziyorsunuz prensim. Sizin hakkınızda duyduğum bazı şeyler var ve sizi yakından tanımayı bu yüzden daha çok istemiştim."
"Hakkımda ne duydun?"
"Öncelikle çok yakışıklı olduğunuzu duymuştum. Ve bunu kesinlikle onaylıyorum. İkinci olarak da taviz vermeyen bir yapınız olduğunu duymuştum. Bunu zaten kendiniz söylediniz. Ok atma konusunda rakibiniz yokmuş. Karşınıza kim gelirse gelsin onu alt ettiğiniz söyleniyor."
"Başka neler söyleniyor hakkımda?"
"Büyüye karşı olan tavrınız, keskin bir şekilde büyüyü ve büyücüleri istemiyorsunuz."
"Bu konuda bir sorun yaşar mısın peki?"
"Hayır. Çünkü ben de onlardan hoşlanmam. Nişanlımın ölmesine neden olan şey karşı tarafın güçlü bir büyücü tarafından korunmasıydı. Hepsi kötü mü bilemem, iyilerine denk geldiğim de oldu ama güç insanın elinde olduğunda onu iyilik için değil de kötülük için kullanmaya daha yatkın oluyor. Bu yüzden bu konuda sizin düşüncenize saygı duyacağım."
"Biliyor musun, şu an gerçekten doğru bir karar aldığımı hissediyorum. Bu konuda ortak düşünüyor olmamız beni mutlu etti."
"Teşekkür ederim, zaten eğer sizinle aynı düşünmüyor olsaydım sanırım burada olmazdım. Ve lütfen bana ok konusunda olan yeteneklerinizi gösterir misiniz? Bunu gerçekten izlemeyi çok istiyorum."
"Saat daha erken, elbette bunun için de zamanımız olacaktır."
...
Iy bu nasıl iğrenç bir bölüm böyle amk, kusmak istiyorum..
Sadece kahvaltı sahnesi güzeldi...