7. Bölüm- Dostluk Ve Taş

55 24 23
                                    


    Çoğu zaman arkadaşlığı önemsemeyiz belki. Onlarsızda yaparım, deriz. Önemini kavrayamayız. Küçükken hatta bazen büyüdüğümüzde ufacık bir şeye kızar, küsüp gideriz. Çoğumuz kibrimizden dönüp bakmayız bile arkamızda bıraktığımız kırık kalbe, çeker gideriz, kırıp döktüğümüz kalpte durdurmaz bizi. Fakat ben hep arkadaşı küsüp gittiğinde onu durduran kız oldum. Hiç ben gitmedim çünkü dostluğun ne kadar değerli bir şey olduğunu daha küçücükken anladım.

Anne babalar çocuklara arkadaşlığın nasıl bir servet olduğu anlatmalı, gerçek dostluğun ufak bir şeye küsüp gitmek ya da eğlenirken yanında olup dara düştüğünde ortadan kaybolmak değil sağına baktığında her daim yanına olduğunu görmek olduğu anlatmalı.

Dün akşam biraz dinlendikten sonra kalkmış, kızlar için muzlu ve çilekli magnolia yapmıştım. Annem de bizim için aperatif bir şeyler hazırlamıştı. Aperatif dediğim kısır ve poğaça tarzı şeyler, kanepe zannetmemişsinizdir umarım.

Sabah 10 gibi kalktım ve dağınıklıkta bir numara olan odamı toparlamaya çalıştım. Hiç toplu bir insan değilim. Yatağımın yanında birikmiş çorap çiftleri, komidinimin üzerinde ikişer tane kahve ve çay kupası, masamın üzerinden bahsetmek dahi istemiyorum. Yaklaşık bir buçuk saat süren oda toplamanın ardından üzerime sarı bir kazak, altına da siyah bir tayt geçirdim ve üzerime bir ceket aldım. Bilekte biten çoraplarımı giydim ve cüzdanımı ve telefonumu kapıp odadan çıktım. Evin pencerelerini kontrol ettikten sonra girişten bir anahtar kaptım ve evden çıktım. Sitenin başlangıcında ki markete yürümeye başladım. Evde abur cubur ve içecek kalmadığı için dışarı çıkmam gerekmişti. Kızlardan istemedim çünkü arabayla geleceklerdi ve durup almalarına gerek yoktu. Hem bana da yürüyüş olmuş oldu.

Markete girdiğim gibi bir araba kaptım ve içecek reyonunun yolunu tuttum. Kola, Schweppes, limonlu soda ve ayran! Evet ayran çünkü ayran tatlı tuzlu fark etmeksizin her şeyle uyan bir içecek ve bizim favorilerimizde başı çekiyor. İçecek reyonundan ayrılıp abur cubur tarafına geldiğimde adeta gözüm dönmüştü. 6 farklı cips, 3 farklı jelibon ve 3 koca paket çekirdek aldım. Daha fazla kalırsam reyonu kucaklayıp eve götüreceğimi bildiğim için oradan ayrılıp direkt kasaya gittim. Aldığım şeylerin parasını ödedikten sonra bir dolu poşet ile evin yolunu tuttum. Marketten çıktığımda kapıda hiçte sürpriz olmayan bir yüz ile karşılaştım, Ediz. Göz göze gelince gülümsedim ve selam verdim. Hayrolsun ne bu sevecenlik.

"Selam." Cevap vermek yerine kafasını salladı ve beraber yürümeye başladık. İkimizden de ses çıkmıyordu. Bizim evin önüne gelince duraksadı ve karşıya geçmek yerine bana döndü, kaşları çatılmıştı.

"Dün neden o piçe cevap vermedin? Neden o kendini beğenmişin cevap vermesine izin verdin? Kendini koruyamayacak kadar aciz misin? Bir erkeğe mi muhtaçsın? Ne yani sürekli bir erkek çıkıp seni koruyacak mı, bunu mu istiyorsun? Geçen gün bana verdiğin tepkiden sonra güçlü bir kadın olduğunu düşünmüştüm fakat dün gördüğüm kişi, küçücük aciz bir kız çocuğundan farksızdı." Ediz'in dedikleri beni ezip geçmişti.

Dünden bu yana bunu hiç düşünmemiştim ve şimdi dönüp baktığımda haklıydı. Kendimi savunamamış ve birinin beni savunmasına izin vermiştim, bir erkeğin. Farkına vardığım gerçek ile gözlerim doldu ve poşetler elimden kaydı. Omuzlarım çökmüştü, daha fazla dayanamadım ve kendimi yere bırakıp asfaltın kenarına oturup hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ne zaman kendimi savunamayacak biri haline gelmiştim? Ne zaman sesimi kaybetmiştim?

Hıçkırıklarım arasından Ediz'in sesini duydum. "Ağla diye söylemedim Duysal." Sesi az önceki sinirli halinden farklıydı, sesi şefkatliydi.

Dansın MelodisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin