Akıp, geçmesini beklediğim bir zamanın içindeyim. Sadece uyuduğumda geçen bir zaman. Beklersen geçmez demişti annem. Hiç mi beklememişti? Nasıl bu kadar yaşlandı? Veya nasıl dayandı? Ben o kadar beklemeyecektim. Uyumak yarı ölmek diye okumuştum, bir yerde. Ölüm bu kadar kolaysa; kaybolduğum yerden, beklediğim yerden kurtulacaktım. Sonsuza dek! İçimde, derinlerde gömülü olan öldürme dürtülerimden de kurtulacaktım. İlk ve son kurbanım ben olacağım...
Önünde durduğum kapıyı inceliyordum. “TEK BAŞIMIZA BİR DAMLAYIZ AMA BİR ARADA OKYANUS OLURUZ.” Posterdeki yazıyı tekrar tekrar okudum. Kapıyı yavaşça araladım. Zombi çemberi olduğu yerde duruyordu. İstediğim tek şey fark edilmemekti. Bir adım daha atmamla ellerimin arasındaki kapı gıcırdadı. Bir anda bana döndüler. Spor salonunun parlak zeminine adımımı attım.
-"Ödül geç kaldın. Şanslısın ki daha başlamadık.” Ne şans ama. Eliyle oturacağım yeri gösterdi. Boş olan tek sandalye... Oturdum. Artık ben de bir zombiyim. Bu süreçte de beynimi kullanmayacağım. İletişim kurmamak için gözlerimi yere sabitledim.
-"Herkes burada olduğuna göre başlayabiliriz.” Bu konuşan kim mi? Şimdi tanıtacak kendini hazır olun. “Hoş geldiniz. Dünyanın küçük bir noktasında bizi bir araya getiren bir amaç için buradayız.” Zombi istilası-insanlığın sonu. “Birbirimizi iyileştireceğiz. Unutma her şey senin elinde. Her şey seninle mümkün. Ve konuştuklarımız sadece burada kalacak. Ben Yağmur, ya sen?” elindeki renkli topu hemen yanındakine uzattı. Renkli top konuşma topuydu. Yağmur haricinde kimse o top olmadan konuşamıyordu. Saçma bir sistem işte. Sırayla isimlerimizi söyleme başladık. Aktif olduğum tek kısımdı bu. Burnumun dibine kadar uzatılan topu aldım. Birinin kafasına fırlatsam eğlenebilirdim. Ya da altında oturduğumuz potaya yanda sıralı duran basket toplarından bir iki atış yapsam daha mutlu olabilirdim. Denemedim. Birinin bile bakışının üzerimde gezinmesini istemiyorum. “Ödül.” Deyip yanımdakine verdim. Buradaki ulvi görevim de bitti. Kolumdaki saate baktım. 45 dakika daha vardı. Yağmur'un bana koyduğu yegâne teşhise göre sosyal fobim vardı ve bunun düzelmesi için buradaydım. Alakası yok. Sadece insanlarla iletişim kurmak istemiyorum. Başta dediğim gibi zombi istilasını burada olmaya tercih ederdim. En azından konuşmuyorlar.
Saat dolunca gitmek için ayağa kalktım.
“Ödül.” Gelen sesle durdum. “Bir sonraki toplantımızda sen konuşacaksın.” Yağmur'a baktım. Yeşil gözleri kararlıydı. “Kaçamazsın bu sefer.” İçten davranmaya çalışsa da gülüşündeki sahtelik kendini belli ediyordu. Bir şey demeden arkamı dönüp, yürüdüm. Bir sonraki toplantıya gelmeyeceğim, anlaşıldı.
Ailem yüzünden bir buçuk yıldır her salı psikiyatristim aynı zamanda grup toplantılarını yöneten Yağmur’dan yardım alıyorum. Bir işe yaradığından değil, sırf bizimkiler mutlu olsun diye. Çabaladığımı düşünüyorlar, böylece saatler süren konuşmaları da ortadan kalkmış oluyordu. Zombi çemberi olarak gördüğüm psikoterapi grubuna da iki aydır katılıyorum. Aslında içlerindeki tek zombi benim. Karma bir grup. 13 kişiydik başta. İlaçlarla kontrol altında tutulan biri vardı. “Ben iyiyim ilaçları bir süredir kullanmıyorum.” dediği gün Yağmur’un yüzündeki dehşeti görecektiniz. Toplantı sonunda Yağmur ve iki yardımcısına saldırdı da iyi eğlendik. Peki, kabul sadece ben eğlendim. Diğerleri panikle kaçtı. O gidince tüm eğlence bitti. Gruptaki diğer kişiler; yeme bozuklukları, çocukluk travmaları, ilişki sorunları, alkol ve madde kullanım bağımlılıkları gibi belgesel kanallarında izleyebileceğiniz şeylerdi. Bir numarası yok yani.
Spor salonundan dışarıya çıktım. Bir saniye de olsa yüzüme çarpan rüzgar, varlığımı hissettirdi bana. Bisikletime doğru yürüdüm. Her yere bisikletle gitmemin bir nedeni de buydu aslında. Dolmuşa binmek veya araba sürmek bir şekilde insanlarla muhatap olmak demekti. Ama bisiklette en fazla köpekler kovalıyordu.
Sanırım benimle tanışma vakti geldi. Ben Ödül 28 yaşındayım. Yaşlı bir anne-babanın tekne kazıntısı niteliğini taşıyan emeklilik ikramiyesiyim. Babamla aramda tam yarım asır var. Annemle 45 yaş. Hâliyle hiçbir şeye uyum sağlayamadım. Belki de onlar bana uyum sağlayamadı. Özetleyecek olursam kendimi, hissedemediğim ve anlamlandıramadığım her şeyin bütünü benim. Yani hiçbir şeyim.
Yaklaşık 20 dakikada evimi ulaştım. Bisikleti duvara dayadım. Kapıdan içeriye girdim. Evimiz büyüktü. 3 kişi için fazla büyük. Bir ton misafir için de fazlasıyla küçük. Mutfağa gidip, bir elma aldım. Buzdolabından da benim için bırakılan su şişelerinden birini çıkardım. “Açsan yemek ye.” Annem seslendi içeriden. Başlıyoruz.
-"Rahat bırak kızı. O kendi ayarlar.”
-"Sen böyle diye diye bu hâlde şimdi.”
-"Konunun bununla ne alakası var Muazzez hanım? Canın sıkıldı herhâlde kavga etmek istiyorsun yine.” Babam okuduğu gazetesini yan tarafa bıraktı. Şimdi ciddileşme zamanı. Kavga ettikleri konu bendim ama görmedikleri de bendim.
-"Muzaffer bey görmüyor musun kızın hâlini? Kemikleri sayılıyor.” Elmamı yerken, kapıdan günlük tartışmalarını izledim bir süre. Merdivenlere yöneldim. Odam evin ikinci katında koridorun en sonundaydı. Annemle babamın yatak odası aşağıdaydı. Merdivenleri inip çıkmak yaşlı dizlerini zorlayınca abim ve ablam gelip, odalarının yerini değiştirdi. Üst kat tamamen bana ait gibi bir şey. Arada yeğenlerim gelmezse daha rahat ederdim.
Anladığınız gibi tek çocuk değilim. Ama asıl sorun aramızdaki yaş farkından dolayı abim ve ablamın, annem ve babam gibi duruyor olması.
Odamın perdeleri hep kapalıydı. Uyumaya her zaman hazır. Yarısını yediğim elmayı masanın üzerine bıraktım. Suyumdan da iki yudum aldım ve yatağıma uzandım. Amaçsızca tavanı izlemeye başladım. Cebimdeki telefon batınca çıkarıp yan tarafa doğru fırlattım. En iyi bildiğim şeyi yapmak için gözlerimi kapattım. Uyumak. Tabii ne kadar mümkünse?
Kapı tıklatıldı. Gir demeden biri içeriye girdi bile. Yatağıma oturdu. Gözlerimi açmadım. Bir süre konuşmadı. İnatlaşmış gibiydik. Ben gözlerimi açmadıkça o gitmiyordu.
-"Uyumadığını biliyorum.” Dedi fısıldayarak. Burak'tı gelen. Tek gözümü açtım. “Çatma kaşlarını öyle kuzen.” Saçımı karıştırdı. Ofladım.
-"Hala?” dedim düzelterek.
-"Yapma! Hala olmayacak kadar gençsin. Ablamın senden hala demesini nasıl beklemiyorsan benden de bekleme.”
Bu durum onu sinir ediyordu. İletişim kurabildiğim tek kişiydi Burak. Benden 2 yaş küçüktü. Ablası Burcu ise 1 yaş büyüktü benden. Onun da halasıydım.
-"Ee nasıl geçti bugünkü toplantı. Anlat.” Yanıma yattı. Biraz da ezdi omzumu. Kendimi sola doğru aldım. Tavana bakıyorduk sadece. “Hadi anlatsana.” Dedi başını yana yatırdı. Yüzüme bakıyordu.
-"İyi.”
-"Çok açıklayıcı oldu gerçekten.” Güldü bir süre. “Akşam sizdeyiz. Babam, Yağmur ile görüşmüş haberin olsun.” Yatağımdan kalktı. “Aşağıdayım.” Dedi kapıyı kapatırken. İfadesinin üzgün bir hâl aldığını görebilmiştim. Üzüyordum ben insanları işte. Bana dokunmaları istemesem de yokmuşum gibi davranamıyorlardı. Ve ben bunu anlamıyorum.
Hayata dahil olmaksa amaç ben bu hayata dahil olmak istemiyorum. Çıkıp gitmek, kendimden kurtulmak istiyorum. Nereye gideceğimi, nereye varacağımı bilmiyorum.
*Merhaba :) İkinci hikayeme hoş geldin. Kısa bir bölümle giriş yaptık. Umarım keyifli vakit geçirirsin. Sevgiyle kal :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk'sı (G×G) (Tamamlandı)
RomanceSana hislerimden bahsedemem ama biraz Aşk'sı... Homofobikseniz veya bu tür hikayelerden hoşlanmıyorsanız lütfen okumaya devam etmeyin. Başlangıç tarihi: 28.11.2020 Bitiş tarihi: 01.04.2021