Köyün kuzeyini şerit gibi çeviren sıra dağlar, bakıldığında yatakta uzanan bir kadının heykelini andırır gibidir. Batı kısımda kalan ufak ardıç kümelerinin yarenlik ettiği sarp olan,Karadağ' dır. Diğer bütün dağlara meydan okurcasına bulut kümeleriyle birleşir,bu bulutlar yağmurun,karın güneşin habercisidir. Üzerinde kara bulutlar olduğunda hava mutlaka yağar. Eskiler yazın " Karadağ da tek bulut olsa akşam olmadan yağmur yağar " derlermiş.
Doruğunda ne kurt eksik olur ne de duman. Afili duruşuyla, özellikle ilk kar yağdığında manzara resmine benzer. Her mevsimde ayrı fistan giyer, allı morlu çiçek çiçek yazmalar bağlar.Işte bu Karadağ 'ın eteklerinde gece yarısı dedemle sönmeye yüz tutmuş ateşin başında kızartığımız ekmekleri yiyor, ninemin ince kumları üzerine sürterek isini çıkardığı demlikten çay içiyorduk. Ne kadar güzel çay yapardı "Akpınar" ın suyu. Üç saatlik yoldan getirirdik. Dedem başka hiç bir çeşmenin suyunu içmezdi. Dağa çıkmak zor olduğundan çalı da kalırdık keçilerle. Bazen üç ay bazen beş ay sürdüğü olurdu, köyden çıkıp hiç dönmeyişimiz. Çadırımız yoktu. Keçiler geceleri bir tarafa toplanır, sessizce yatarlardı. Biz de yanlarında güneş henüz inmeden topladığımız kuru dallardan büyük ateş yakardık. Kepeneklerimize girip uyurduk sonra. Derin ve güzel bir uyku,hep güzel rüyalar...dedem az uyurdu ,tek kırma tüfeğiyle iki de bir çevreyi dolanır , kurt ,çakal sürüye saldırmasın diye gezinirdi. Incecik uzun boylu bu yaşlı adam zar zor ayakta duruyordu sanki. Fakat kayalıklarda o kadar çevik hareket ederdi ki az uykuyla nasıl hızlı hayret ederdim. Tan vakti ağarınca beni zorla kaldırırdı. Bazen de uyandırmaya kıyamaz,öğleye yakın,keçilerin çanları dinleyerek onu bulurdum.
Dedem ansızın çay bardağını bırakıp ardıçların arasındaki dar patikadan koşarak aşağıya indi. El fenerinin ışığı , şimşek gibi çamların meşelerin üzerinden sağa sola yalpalanıyordu.
" Gral gavuru , bak gene geldi, basss basss basss!" diye karanlığı delen tiz bir bağırışla beni korkuttu. Hayal miydi bilinç altında uyuklama mıydı tam anlamadım, ama bağıran oğlak sanki dedemin bana verdiği "ger" dediğimiz boz renkli oğlağın sesiydi. Oğlak o kadar çok bağırdı ki içim parçalandı. Dere yatağından yukarıya yankılanan tek kırmanın kurşun sesinden dallardaki kuşlar ürkmüş , tatlı uykularından kalkarak karanlıkta kaybolmuşlardı. Sönen el fenerinin ışığı bu sefer sadece patikayı göstererek ağır ağır bana doğru geliyordu. Dedemin yorgun nefesini bulunduğum yerden duyabiliyordum.Hemen hemen her gece kurdun geldiği olurdu. Fakat bu sefer oğlağı almıştı sanki. Keçiler nefes bile almadan hepsi bir yere toplanmış pür dikkat bekliyor, çanları bile bu sükunete iştirak ediyordu. Fener, gözlerini çok uzaklarda görünen bir şehrin ışıkları gibi parlatıyordu.
Dedem gürgenden kesip ateşte ısıtarak yaptığı çomağı köpeğe öyle savurdu ki fısıltısı sanki bana geliyormuş gibi hissettirdi. Kurdu göremeyen dedem,bütün hırsını köpekten aldı. Çomak tam isabet etmemiş fakat köpek korkmuş, uykusunda ne olduğunu anlamamıştı.
Köpeğe olan hıncını çıkarıyordu.
" Geçmişini s...tmin köpeği ,Allah'sız hayvan, sana yedirdiğim sütler ,etler zehir zıkkım. Kerhanacı, gahhhpaaakarının eniği seni... En ufak hav desede gelmeyecek canavar." Köpek mızıldayarak karanlığa karıştı.
Harlattığım ateş bu zayıf kuru adamın ince süelitini karanlıkta korkunç bir yaratık gibi gösteriyordu.
" Sen de bak öyle gral gavurun dölü " diye beni de haşladı. Feneri hayvanlara tuttu tekrar. Ateş gözünü almasın diye ileriye doğru yürüdü.
Ben böyle durumlarda nedense gülmeden edemezdim. Sinsi ve sessiz bir kıkırdama tutardı.Dedemin keçilere hitap ediş şekli beni hep güldürürdü. Üstüne üstlük şimdi de başladı onlarla konuşmaya, " geç geç geç geç." gülmem hala devam ediyordu, dedem duysa belki de döverdi beni. O duymadı ama geçen sene ölen amcamın oğlu Mustan, kepeneğini açıp kalktı . Ne olduğunu hiç anlamadan "çay var mı? " diye sordu. " Var demlikte " dedim. Hala gülüyordum. Mustan pek birsey anlamadığından yüzüme baktı ,soru sorma gereği duymadan ceketinin üzerine oturdu. "Hava soğumuş." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karadağ
Short StoryKöyün kuzeyini şerit gibi çeviren sıra dağlar, bakıldığında yatakta uzanan bir kadının heykelini andırır gibidir.