him.

167 17 17
                                    

Eylül ayının sonlarıydı, yağmur hiç durmaksızın yağıyor damlaların çıkardığı sesler insanların gürültüsünü bastırıyordu. Kitaplarını çantasına yerleştirirken derin bir nefes aldı. Cuma günü olduğundan okul her zamankinden daha hızlı dağılmış, banklarda laflayan birkaç birinci sınıf dışında kimse kalmamıştı bahçede. Montunu giyip çantasını sırtlandı. Bahçe kapısına doğru yürümeye başladığında onun henüz okuldan çıkmadığını biliyordu zira o, asla katılmazdı törenlere. Tören bitene kadar tuvalette bekler, herkesin gittiğine emin olduğunda çıkardı saklandığı yerden. Kalabalıktan nefret eder, kalp şeklindeki gülümsemesiyle ışıklar saçan arkadaşı dışında kimseyle konuşmazdı. Ellerini saçlarından geçirip derin bir nefes aldı. Hastanelerde sürünerek geçirdiği hafta, okula sadece bugün gelebilmesiyle sonuçlanmıştı ve kulağa ne kadar saçma gelse de onu özlemişti. Güldüğünde gözüken diş etlerini, utandığında kulaklarının arkasına sıkıştırdığı ne zaman görse okşamak istediği yumuşacık saçlarını, küçük gözlerini, kendininkine kıyasla oldukça küçük olan ve onu her gördüğünde içini sıkıca sarmalama isteğiyle dolduran bedenini. Her şeyini özlemişti işte.

Birkaç dakika daha bekledi çıkacağını umarak. Yağmur iyice şiddetlenmişti. Şemsiye almaktan vazgeçmemeliydim, diye düşündü. Neden verdiğim hiçbir karar doğru olamıyor? Güldü. Bu tartışma için pek doğru bir zaman değildi. Eve saklamalıydı. Sokağın ortasında ağlaması pek hoş olmazdı, değil mi? Toplanan suyu dağıtması amacıyla kafasını iki yana salladı ve bu sırada onu gördü. Üzerinde asla çıkarmadığı yağmurluklardan biri vardı. Beresini evde unutmuş olacak ki geçen ay boyattığı mint yeşili saçları ıslanmıştı. Sonunda kapıya vardığında gülümsedi. Pek muhabbetleri olduğu söylenemezdi. Onu ilk kez okuldaki ilk haftasında arkadaşıyla gülüşürken görmüş ve düştüğünü hissetmişti. Düşmek kavramı çok basit ve klişe olabilirdi ama bu hissi başka nasıl tanımlayabilir, bilmiyordu. O günden sonra gözleri okulda hep onu aramış, çıkışlarda onunla durağa yürümüştü.

İkisi de hiçbir şey söylemedi. Kendisi konuşmak için fazla heyecanlıydı. O ise pek konuşkan biri değildi zaten. Daha önceden anlaşmış gibi aynı yöne yürümeye başladıklarında uzun olan diğerinin onu her gün durağa kadar takip ettiğini bildiğinden emindi artık. O, her zaman görmezden gelmişti küçüğün varlığını. Şimdiyse peşinden geldiğine emin olmak istercesine dönüp ona bakıyor, her seferinde dişlerini ortaya serecek büyüklükte gülümsemeler sunuyordu. Ellerinin titrediğini hissetti. Karşılıksız kalacağını bile bile büyüttüğü hisleri bir anda önemsenmeye, onun tarafından fark edilmeye başlamıştı. Ne yapması gerektiğine emin değildi. Belki de bana acıyordur, diye düşündü. Düşüncelerinden sıyrılmasını sağlayan şey bir anda yürümeyi kesip ona dönen beden olmuştu. "Parka gitmek ister misin?" Gözleri şaşkınlıkla açıldı. Durağa gelmişlerdi işte. Ayrılma zamanları gelmemiş miydi? "İsterim." Fısıltıyla cevapladığında eline dolanan parmaklar onu ne zaman geldiğini anlamadığı otobüse sürüklemiş, buldukları ilk koltuğa oturduklarında başının döndüğünü hissetmişti. Yol boyunca birbirine değen kolları ve kaçamak bakışları dışında iletişim kurmamış, otobüsten inip boş olan parktaki salıncaklara bindiklerindeyse sessizliği bozan o olmuştu.

"Ay çocuğu?" Duyduğu isimle içinin ısındığını hissetti. Ay çocuğu, yazdığı şarkılarda böyle sesleniyordu kendine. O ise bunu, ortak olan beden derslerinden birinde yanına gelip yazdıkları hakkında fikir almak istediğinde öğrenmişti. "Kendinden böyle bahsediyorsun demek. Bundan sonra ben de sana öyle sesleneceğim. Ay çocuğu." O günün ilk şokuydu kendisi için. İkincisiyse yazdıklarıydı. Yazdıkları... Onun karmaşık biri olduğunu biliyordu. Sık sık düşüncelere dalar ve etraftan soyutlanırdı. Fakat sözleri okuduğunda daha net anlamıştı neler hissettiğini. "Beni özgür bırak." diyordu. "Bir sonucu olmayacağını bilsem de istiyorum, beni özgür bırak. Bunun istediğim şey olmadığını bilsem de."

Kafasını gökyüzünden ayırıp ona çevirdiğinde parlayan gözleriyle kendisine baktığını gördü. Oturduğu salıncaktan kalktı ve yanına ilerledi. "Ay çocuğu, beni özgür bırak." Gözünden düşmeye hazırlanan damlaya izin vermemiş ve yüzünü avuçları arasına alarak silmişti büyüğünün gözyaşlarını. İkisi de dış dünyadan soyutlanmış birbirlerine bakıyordu şimdi. "Neden bilmiyorum ama bazen mavi hissediyorum bazense havada özgürce süzülüyorum." Melodiyle mırıldandığında bunun şarkının devamı olduğunu anlamıştı. "Görmezden gelmem saçmaydı ama korktum. Bu kadar dengesizken seni daha da üzerim diye korktum. Hislerim, ben kaçmaya çalıştıkça çoğaldılar. Tek başıma üstesinden gelemiyorum artık. Yardım et, lütfen." Ayak uçlarında yükseldi ve küçüğünün dudaklarına tutundu.

Günlerden cumaydı. Güneş çoktan gökyüzünü terk etmiş sırasını Ay'a devretmişti. İnsanlar kesilen yağmurla beraber eski gürültüsüne karışırken parkın ortasındaki iki gençse birbirlerine hapsettikleri dudaklarıyla hiç olmadıkları kadar özgürlerdi.

set me free | namgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin