Yeni bir yerde, yeni anılar biriktirmek...
"Hadi şanslısınız iyi yere, daha doğrusu buranın en konforlu koğuşuna gidiyorsunuz. Duruşmanız neticeleninceye kadar kalacağınız yer orası olacak!"
Kısacık birkaç cümle ile durumu özetleyen gardiyanı dikkatle dinleyen Mustafa, bir bilinmezliğe gidiyor olmanın tedirginliği içerisinde kasvetli koridorlarda ilerlemeye başladı.
Maviye boyanmış birkaç koridor, hepsi birbirine benzeyen birkaç demir kapıdan daha geçtiklerinde Mustafa kendini labirente girmiş ve çıkışı kaybetmiş gibi hissetti. Yerini, yönünü şaşırdığı için duvarların ve demirlerin kendini sıkıştırdığını, nefesini daralttığını, canını da iyiden iyiye acıttığını düşünüyordu. Ayaklarındaki kanın çekildiğini hissetmeye başladığı an üzerinde B-12 yazan bir kapının önünde hızla durdular. Gardiyan, cebinden şıkırtılar ile çıkardığı beş, on anahtara önce dikkatle baktı ve sonra bir tanesini seçip kilidi hemen açıp bize döndü:
"İşte burası yeni yeriniz! Hemen içeri geçin!" dedi.
İçeriye doğru adım atmaya hazırlandıkları sırada gardiyanlardan biri, koşar adımlarla koğuşa girdi, birini arıyormuş gibisine etrafa şöyle bakındı ve 'Metropol!' diye bağırdı. Bu sözlere anlam veremeyen Mustafa ve Halil neler oluyor dercesine birbirlerine bakıp kafalarını sağa sola salladı. Ne olduğunu anlamaya çalışırlarken içeriden koşar adımlarla orta yaşlı, kısa boylu, hafif kilolu bir adam geldi. Gardiyanın karşısına geçtiğinde ellerini göbeğinin üstüne bağlayıp önce Mustafalara sonra gardiyana baktı. O an koğuşta bir hareketlilik daha oldu, daha genç ve daha iri iki kişi daha koşarak geldi. İlk gelen adam:
"Görev anlaşıldı efendim, ben ilgilenirim siz hiç merak etmeyin!" derken Mustafalara baktı ve selam verir gibi kafa salladı.
"Aman Allah'ım yoksa bu adam koğuş ağası da yanındakiler yaverleri mi? Filmlerdeki gibi bir şey ile karşılaşmayız inşallah; pek aklı başında birine benzemiyor bu adamlar; ama hayırlısı bakalım! Artık neler yaşayacağız bakalım! Üstelik bu adamlara nasıl bir görev verildi de görev anlaşıldı dedi. Gardiyanlar ile arasında geçen bu sessiz diyalog da bize ne yapacaklar, bizim neyimiz ile ilgilenecekler diye kendi kendine konuşmaya başlayan Mustafa buraya geldiği güne lanet ediyor ve içindeki sesi susturamıyordu. Bu duyguyu çok iyi biliyorum ben; çünkü küçükken, henüz ilkokula giderken de yaşamıştım böylesi bir duyguyu, böylesi bir kızgınlığı ve öfkeyi.Fakir bir ailenin çocuğu sadece el harçlığı kazanmak için çalışmaz: Eve ekmek, sobaya odun, kardeşine pabuç veya annesine ilaç almak için çalışır. Hem de bıkmadan, usanmadan, yorulmadan ve sıkılmadan çalışır. İşte ben de böyle bir çocukluk yaşadım. Bizim oralarda sebze, meyve yetiştiriciliği çok yaygın olduğu için her mevsim sandık çakma işi olurdu. Rahmetli annem de sandık çakma işini öğrenirsem her zaman para kazanabileceğimizi düşündüğü için beni bu işe verdi. Küçücük ellerimle çekici sıkıca kavrar, tüm gücümle vururdum sandığa. Hem patronum, hem de ustam olan Mehmet Amca, bu işin nasıl yapılacağını, güçten çok sabır isteyen bir zanaat olduğunu acele etmememi söylese de yine de hızlıca iş yapmaya çalışırdım; çünkü çaktığım her sandık için para alacaktım. Tabi ki ilk gün bu işi beceremediğim için para kazanamadan elim boş döndüm eve. Anneme ise Mehmet Amcanın para vermediğini ve bu nedenle orada çalışmayacağımı söyledim. Annem ise: "Oğlum, iş bilmeyene para mı verilir? Önce işi öğren, sonra çok para kazanırsın merak etme." diye iş bilmezliğimi yüzüme çarpıp işten ayrılmama izin vermedi. Sabırla ve azimle çalışarak bir aya kalmadan çok iyi bir sandık çakıcısı olmuştum. İşe yaramanın ve para kazanmanın verdiği gurur ile ellerimdeki yaraların acısını hissetmezdim anneme parayı verirken. Canım annem parayı almadan önce ellerime bakıp üzülür, önce ellerimi öper, sonra saçlarımı okşardı. İlerleyen günlerde yüzden fazla sandık çakıyor olsam da Mehmet Amca, paramı eksik verdiği bir gün itiraz ettiğimde orada çalışan hem yaş hem de cüsse olarak büyük olan biri karşıma dikildi. "Mehmet Usta, ben Mustafa ile ilgilenirim, sen merak etme!" dedi ve kolumdan sıkıca tutup adeta sürüklercesine dışarı çıkarıp kapının önünde evire çevire dövdüğünü hatırlıyorum. Aynı iş yerinde çalışan arkadaşlar da yoldan geçenler de yardım etmemişti bana, yapayalnız kalmıştım, beni kurtaracak bir kişi bile çıkmamıştı koskoca mahalleden. Eve giderken hüngür hüngür ağlamış olsam da şimdi bile hatırlıyorum o günkü gözyaşımın sebebi canımın acıması değildi! Çaresizliğim, güçsüzlüğüm ve yalnızlığımdı... İşte şimdi de bu adamların sessizce aldığı emir karşısında meydan okurcasına bakışlarına, alaycı gülümseyişlerine ve bu duruma sessiz kalan gardiyanlara, koğuşta çıt çıkarmadan bizi izleyen adamlara kızıyordum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ GÜNEŞ
General FictionYeni bir hikaye ile çıkıyorum yola... Haksız yere hapishane hayatı yaşayan ve hapishane günleri, umutları, yalnızlığı, hayalleri ve hayata sıkı sıkı tutunuşu roman kahramanımız Mustafa'nin gözünden kaleme alacağım. En kısa zamanda yayına başlıyor...