Birkaç zeytin, ufak bir peynir...
Hafif bayatlamış ekmek, üç beş zeytin ve ufak bir peynir ile hapishanede yapacakları ilk kahvaltı öncesi Halil, kaşlarını çattı ve öfkeli bir ses tonu ile:
"Kuş muyuz abi biz, Allah aşkına nasıl doyacağız şuncacık şeyle? Kaç gündür doğru düzgün bir şey geçmedi şu boğazımızdan!" diye kızgınlığını dile getirirken Metropol, öfkesini ayaklarını yere vurarak göstermek istercesine hızlı ve sert adımlarla Halil'in yanına geldi ve işaret parmağını Halil'in gözüne sokacak kadar yaklaştırdı:
"Bana bak, sabah sabah tepemin tasına attırma, sen kim oluyorsun da burada bağırıyorsun? Gelen yemekleri beğenmiyorsan kantinden bal kaymak alır, afiyetle yersin paşam! Buranın düzenine, yemeklerine laf söyleyemezsin sen! Sesini kes otur, beğenmiyorsan da yeme!" diye bağırırken Halil karşılık vermek için omuzlarını hafifçe doğrultu, ayağa kalkmaya hazırlanıyordu ki Mustafa, ortamın daha da gerileceğini hissettiğinden olsa gerek elini Halil'in dizine hafifçe vurarak karşılık vermesini engel olmaya ve onu sakinleştirmeye çalıştı.
Metropol, cebinden çıkardığı tespihi meydan okurcasına sallayarak bir süre daha Halil'in yanında bekledi. Koğuştaki sessizlikten anlamıştı bağırmasının işe yaradığını ve herkesi korkuttuğunu. Bir süre koğuştaki herkesi süzdü ve yavaş adımlarla yerine gidip oturdu. Koğuşta üç beş dakikalık bir sessizliğin ardından yeniden çatal, kaşık sesleri duyulmaya başladığı an Mustafa, Halil'in kulağına doğru yavaşça eğilip:
"Boş ver abi, zaten biz bu can sıkıntısı ile şuncacık şeyi bile yiyemeyiz. Bak kantin varmış, alırız oradan bir şeyler, karnımızı birazdan güzelce doyururuz. Uymadığın iyi oldu şu adama, belli ki bize sataşmak, kavga çıkarmak istiyor! Buradan çıkana kadar şu manyak adama uymayalım, uzak duralım gözünü seveyim! "
Metropol, ilkokulu bitirdikten sonra sanayide birkaç yıl çırak olarak çalışmış; fakat iş becerisi ve çalışma hevesi olmadığı için usta ve kalfalar tarafından sık sık azarlanan, dayak atılan evde ise babası tarafından hor görülen, sevgiden uzak yetişen Ekrem cezaevi ile tanıştığında daha 16 yaşındaymış. Mahallede çıkan bir kavgada kasten adam öldürmeye teşebbüsten on yıl cezaevinde kalmış ve gençliğinin en güzel yıllarını hapishanede geçirmiş ve burada yaşamak, hayatta kalmak ve mutlu olmak için güçlü olmak gerektiğini daha o yıllarda öğrenen Metropol lakabını da bu yıllarda almıştı. Güçlü olmanın sırrını ise koğuştakilerle kavga etmek, onları korkutmak ve daha da önemlisi hapishane yönetimi ve gardiyanlar ile barışık olarak, onlara itaat ederek yaşamakta bulmuştu.
Metropol, koğuşta bir dediği iki edilmeyen, kendi kurallarına ve kendi menfaatlerin göre koğuşu yöneten biriydi. Bulaşıkları, çamaşırları başkası tarafından yıkanan; yemeği, çayı ayağına getirilen tam bir koğuş ağasıydı. İsteklerinin koğuşta sorgulanmadan ve hızla yerine getirilmesi gerektiğini Mustafalara göstermek istercesine kahvaltı masasındaki yerini alırken koğuştakilere de bağırıyor ve emirler veriyordu. Bu emirleri verirken göz ucuyla da Mustafalara bakıyor, onlarında kendisine itaat etmeleri gerektiğini gösteriyordu.
İlerleyen günlerde Mustafaları kızdırmak, kavga çıkarmak istercesine davranan bu adama uymayacaklarına dair bu sabah kendi kendilerine verdikleri söz sayesinde Metropol ile büyük sıkıntılar yaşamayacaklardı.
Kahvaltı öncesi yaşanan gerginlik Mustafa ve Halil'in canını epey sıkmış ve kahvaltının hemen ardından yine yataklarına uzanıp kendileri ile baş başa kalmayı tercih ettiler. Uzun süren bir sessizliğin ardından birilerini rahatsız etmek istercesine açılan televizyonun sesi yatakhaneden bile oldukça net duyulabiliyordu. Koğuşta oldukça iyi yankılanan televizyonun sesi yetmezmiş gibi Metropol'ün söylediği ve sözlerinin Mustafa'ları tahrik etmek için uydurulduğu anlaşılan şarkı duyulmaya başladı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ GÜNEŞ
Ficción GeneralYeni bir hikaye ile çıkıyorum yola... Haksız yere hapishane hayatı yaşayan ve hapishane günleri, umutları, yalnızlığı, hayalleri ve hayata sıkı sıkı tutunuşu roman kahramanımız Mustafa'nin gözünden kaleme alacağım. En kısa zamanda yayına başlıyor...