Ömür dediğin nedir ki!
Bir varmış, bir yokmuş...
Sabahın serinliğinde kahvaltı saatine kadar temiz havayı soluyarak kitap okumak isteğiyle avluya çıkan Mustafa, kafasını kaldırıp uzun süre gökyüzünü ve bulutları izledi. Özgürlüğünü hatırlatan bulutlara ve masmavi gökyüzüne gülümserken koltuğunun altına sıkıştırdığı Uçurtma Avcısı kitabını okumaya başladı. Keyifle okuduğu on beş, yirmi sayfanın ardından karşısına çıkan paragraf üzerine düşünme ihtiyacı duyup arkasına yaslandı. Paragrafı bu defa kısık bir sesle yavaş yavaş okudu:
"Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir.
Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun..."Kendisinin de hırsızlık ile suçlanıp hapishaneye geldiğini düşündüğü an canı sıkıldı. Bir süre öylece durdu ve karşısında Uçurtma Avcısı kitabının yazarı Khaled Hosseini var gibi hatta kendini savunur gibi içinden yazarla konuşmaya başladı.
"Ben hırsız değilim! Bir yanlış anlaşılma var ve en yakın zamanda buradan kurtulacağım. En büyük günah hırsızlık tamam kabul ederim; ama ben hırsız değilim, hiçbir şey çalmadım, yani böyle bir günah işlemedim." derken paniklemişti. Kitabı kapatıp oturduğu yerden kalkmaya hazırlandığı an aynı cümleleri birkaç defa daha okudu. Okuduğu her sözün doğru olduğunu onaylarcasına kafa sallarken yine kendi ile konuşmaya başladı:
"Şimdi sevgili Hosseini aslında sen çok haklısın. Koğuştaki bir katil de aslında hırsız, öldürdüğü kişiyi yakınlarından, sevdiklerinden çaldı. Yalan söyleyen de iftira atanlar da hırsız. Tamam, ben de hırsızlıktan dolayı buradayım; ama ama benim yaptığım hırsızlıktan dolayı değil. Yalan ve iftiralar yüzünden buradayım. Anlyacağın birileri benim yarınlarımı, geleceğimi, umutlarımı çaldı iftiralarıyla; ama haklılığımı çaldırmayacağım onlara, özgürlüğümü geri alacağım onlardan!" diye haykırmak istese de sırtından akan soğuk terin etkisiyle bir an da irkildi. Etrafına şöyle bir bakınırken koğuşun kapısı yine büyük bir gürültü ile açıldı. Kitabını sedirin üzerine bırakıp sayım için koğuşa girdi. O an yüreğinden süzülüp gelen ve sel gibi akıp coşmak isteyen bir ses vardı, haklılığını çaldırmayacağına ve hırsız olmadığını herkese ispatlayacağına dair bağıran.
Kitabın etkisinden uzun süre çıkamayan Mustafa, benim yarınlarımı çalan hırsızı bulacağım diye uzun süre mırıldanıp durdu. Öğlene doğru yatağına gidip bir şeyler yazmayı düşünürken Halil seslendi:
"Mustafa abi, Ali ve Sinan basketbol oynamaya çağırdı. Hadi kalk gidelim, bir değişiklik olsun." dedi.
Buraya geldiğinden beri avludaki basketbol potası ve voleybol filesi dikkatini çekmiş olsa da basketbol oynayacağı aklına hiç gelmemişti Mustafa'nın. Avluya doğru ilerlerken karşısına bir anda dikilen Sinan:
"Abi, hadi oyun başlıyor, sen ve Halil abi ile aynı takımdayım ben. İnşallah iyi oynuyorsunuzdur, bak yenileler bulaşık yıkayacak ona göre!" gülümserken Mustafa:
"Oğlum, madem basket topunuz vardı, verseydiniz de biraz antrenman yapsaydık. Kaç gündür şuradayız insan çıkarmaz mı topu!" diye konuşmaya başlamıştı ki Sinan, topu idareden aldıklarını ve sabahtan akşama kadar oynayacaklarını söyledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ GÜNEŞ
General FictionYeni bir hikaye ile çıkıyorum yola... Haksız yere hapishane hayatı yaşayan ve hapishane günleri, umutları, yalnızlığı, hayalleri ve hayata sıkı sıkı tutunuşu roman kahramanımız Mustafa'nin gözünden kaleme alacağım. En kısa zamanda yayına başlıyor...