Öncelikle hikayede normalde fransa ile osmanlı arasında olmayan savaşları gösterebilir veya farklı şekilde sunabilirim. Kitapta " Vatanım sensin " adlı dizinin konusundan yararlanıcam bazı sahneleri hatta diyalogları görürseniz şaşırmayın.
Medya: başkarakter Albay Antoine.
...............................
18.02.1912
Antoine POV-Babam büyük masanın etrafında dönüp düşünürken sıkıntıyla nefes verdim.
Babam her zaman mükemmelliyetçi bi adamdı tam bir savaş adamı girdiği nerdeyse her toprakta başarılı olan Fransız ordusunun Generali; Alain Griezmann.
Benimde onun gibi bi lider olabilmem için yıllarca beni eğitti normal çocuklar dışarıda koştururken silah kullanmayı öğrenmiştim bile.
Ve bunlara erken alışmam tabiki ortaya acımasız bir Albay Antoine çıkartmıştı.
Babamla pek çok toprağı ele almış ve almaya devam ediyoruz sıradaki işgalimiz: Osmanlı.
...Çoğu ordumuz İzmire ulaşmış halka burada yapacaklarımızdan bahsediyodu, şuan bile türklerin korkudan titreyen kanlarını damarlarımda hissediyodum ve bu yüce hissettiriyodu.
...Türklere iyice Fransız gücünü ve yetkisini duyurduğumuz bi hafta sonunda bizde babamla gemiler yoluyla İzmire ulaşmıştık.
İzmire ulaştığımız limanda bizi bekleyen at arabalarına binip Açtığımız Fransız Karargahına getirildik.
Arabada ilerlerken insanların bize olan baskın ama aciz nefret bakışları, bunlardan etkilenecek kadar iyi kalpli değildik ne yazık.
Karargaha ulaştığımız da minnettle önümüzde eğilen birkaç kişinin ardından toplantının olacağı büyük salona geldik.
Diğer ortaklarla birlikte 2 saat sonrasına daha kapsamlı bi toplantı düzenlendi.
Kıravatımı çekiştirip derin bi nefes aldım biraz kafa dağıtmaya ihtiyacım vardı.
Karargah binasının bahçesine inip sigaramı yaktım etrafı izleyerek içtiğim sigaranın sonunda demirlere bastırarak sigaramı söndürürdüm ve umursamadan çimlerin üzerinde biyere attım.
Daha 2 saatin olmadığına emin olduğum için karargahtan çıkıp şehrin içine doğru yürüdüm.
Insanlar üniformamdaki bayrağı görünce korkuyla yollarını değiştiriyolardı , korku? Bu duyguyu yaşatmayı seviyordum.
Sonunda bulduğum kerhaneden içeri girip arka masaya yerleştim.
Aslında kerhane bulmak bile bi şanstı çünkü türkler fazla dindar adamlardı .
Adam korkuyla önce üniformama bakıp yanıma yaklaştı.
"N-ne isterdin-niz e-efendim"
Adam benden kekeleycek kadar korkuyodu bu düşünce yüzüme geniş bi sırıtma yayarken sipariş verdim.
"Bira ve fıstık getir"
Olumlu anlamda kafasını sallayıp hızla yanımdan ayrıldı.
Birkaç dakika sonra önüme konulan tabak ve bardakla birlikte başlayan şarkı sesi.
Daha demin boş olan sahnede şimdi mor elbiseli bi kadın oturuyordu.
Kadının yabancı olduğu ortadaydı türkler böyle giyinmezdi şarkısına başlayınca sesinden ingiliz olduğunu anlamıştım.
Kadınla göz göze gelince genişce gülümsedi ve göz kırptı.
Karşılık olarak gülümseyip bardağımı ona dogru kaldırdım.
Şarkısı bitince sahneden inip masama ulaştı.
"Oturmama izin varmı?"
"Olmama gibi bi imkan varmı?
Gülümseyip karşı sandalyeme oturdu.
Elimle sipariş verdiğim adamı masaya çağardım.
Adamda hemen geldi
" Hanımefendiye şarap getir ama Kendi gibi kaliteli olsun"
Gözlerimi kadından ayırmadan konuştum.
"Çok naziksiniz"
Kadınla içtiğim içkiden sonra saatin geldiğini anladım.
"Geçirdiğimiz güzel zamanı uzatmak isterdim ama önemli bi toplantım var"
"Lütfen ben bu güzel vakit için teşekkür ederim"
Gülümseyip kapıdan dışarı çıktım.
Karargahın bahçesine girecekken herkesin telaşla karargah binasından kaçtığını gördüm.
Fransız askerlerinden biri yanıma ulaşıp korkuyla konuştu.
"Albay Antoine içerde yangın çıktı baba- babanız içerde kaldı"
Duyduklarımı hazmederken hırsla belimden silahımı çıkarıp adamın genzine dayadım.
"Babam içerideyse senin burda ne isin var aptal"
Silahı hızla bacağına tutup vurdum böylece ölmezdi.
Koşarak karargaha girip ateşin bulaşmadığı yerlerden geçip büyük salona ulaştım.
Duman gözlerimi ve burnumu zorlarken ceketimi yüzüme tutmuş babamı arıyordum.
Koltuğun arkasında yarı baygın bedeni görmemle dumanda belli olmayan dudaklarımı gülümsettim.
Hızla babamı omzuma alıp dikkat ederek dışarı çıkardım.
Dışarı çıktığımız da babamın yalpalanarak giden bedeni dumana esir düşüp kollarıma yığılmıştı.
"Baba!"
Etrafımda gösteri izler gibi bizi izleyen fransız askerlerini görmemle sinirimi onlara püskürdüm.
"EGER BABAMA BISE OLURSA HEPINIZIN LEŞINI SERERIM BURAYA"
Gür sesimle kendilerine gelip babamı alıp en yakın şifahaneye götürdüler.
Şifahanenin kapısında babamın durumunun iyi olduğunu öğrenip kendimi dışarı attım.
Etrafta dolanan türkleri izlerken bir kızın pencereye asılı fransız bayrağını çekip elindeki makasla kesmesiyle gözlerimi sinirle ona diktim.
Diğer pencerelerdeki bayrakları toplarken koşarak yanına vardığım sırada beni görüp koşmaya başladı.
Çıkmaz sokağa girdiğinde gülümseyip silahımı belimden çıkardım.
Etrafina bakınıp bana döndü.
Yüzü şalının ucuyla kapalıydı.
Yaklaşıp şalını yüzünden çıkardım.