Kasvetli, basık, tonozlu bir koridoru izleyen adımlar ile bataklığın sona yakın bucaklarına doğru ilerlemek arasında pek bir fark yoktu. Dar patikanın her iki yamacına da ızbandut gibi yana yana saf tutarcasına dizilmiş ağaçlar, secdeye yatar şekilde dallarını birbirlerine doğru uzatmış, patikada ilerlemekte olan topluluğun üzerine kubbeden bir örtü çekmişti sanki. Yorgan altında, derin derin alıp verilen her nefese karşılık yorgun adımlara eşlik eden yapış yapış bir buğu kalkıyordu topraktan. Esasında şafak sökmek üzereydi ve böcekler cır cır ötmeye başlamıştı bile. Ne var ki bataklığı terk etme gayretindeki Saraykent'ten arta kalan topluluk için gözler kör, kulaklar sağır, kalpler soğuk ve gaipti.
"İyi misin?" diye sordu Corthus, Flora'nın boynu bükük, utanç dolu fakat tez adımlarına hemen yetiştikten sonra. Ancak cevap gelmedi. Flora yüzünü omzuna doğru kaçırıp ayaklarından çıkan şıpıdık sesleriyle uzaklaştı. İkili birkaç saniyeden fazla yan yana duramıyordu. Kedi fare oyununa dönmüştü bu. Corthus'un üzerine titremesi, kadına hiç de iyi gelmiyordu. Zira avutulmayı hak etmediğini düşünüyordu Flora. Kocalarını Saraykent'te yaşanan büyücü baskınında kaybetmiş iki kadının gölgesine sığınıp ellerini cüppesinin içine sakladı. Hedara'ya kurban ettikleri kız çocuklarını o eller muayene etmişti. O eller, başka hiçbir canlıya el sürmemek üzere kendini yalnızlığa hapsetmek istiyordu.
Sithis'in yeni doğan ışıkları, örülü dalların arasından sızınca, yırtılan karalığın arasında, komutan Rufus'un yaveri genç Livius belirdi. İlk ışıklarla parıldayan su birikintilerini sıçrata sıçrata koşuyordu. Rufus, dar patikada bir kırkayak gibi ilerleyen topluluğun baş kısmını Livius ve Flavius'a, orta kısmını Corthus ve Flora'ya emanet etmiş, kimsenin arkada kalmamasını teminen de en geride, kuyrukta Gaius ile ilerlemekteydi.
Aceleci adımlarından sonuncusu Gaius'un paçalarına çamur sıçrattıktan sonra "Komutanım!" diye soluk soluğa söze atıldı genç Livius. Pek tabii endişeli görünüyordu. "Gözcüler hala ortada yok." dedi, bir köşeye yuvarladığı sıkılgan dudaklarının arasından.
Haberin tatsızlığı ile suratı ekşiyen Rufus, alnını ovmaya başladı. "Ya gölge? Ondan da mı haber yok?"
Yutkundu Livius; kelimelerini büzüşmüş dudaklarının gerisinde bırakarak kafasını iki yana olumsuz manada salladı. Cevabını sessizlik şeklinde almış olan Rufus, gözlerini dalıp gittiği yerden çıkarıp Gaius'a çevirdi. "Bir fikrin var mı?"
"Dondurucu kar hortumları, asit yağmurları, et yiyen dev böcekler... Kim bilir?"
Rufus çaresizlikle derin bir of çekti. "Büyücüleri neden saymadın?" Gaius, komutanlarının cahilliğinden yılmış olsa gerek adamın sorusunu aynen tekrarladı. "Büyücüleri neden mi saymadım? Saraykent'in curcunasında hiçbir şeye yetişilemiyor tabii, haklısınız komutanım. Anatolia'nın şaman büyücüleri, diğerlerinden bir hayli farklılardır. Nasıl desem... İçlerine kapanık, münzevi ve şöhretle pek ilgilenmeyen bir tür büyücü bunlar. İstihbarat böyle söylüyor en azından."
"Anatolia büyücüleri bizimkilere pek benzemiyormuş hakikaten..."
"Doğrudur, bizimkiler ağzımıza sıçtı çünkü..."
###
Birkaç yanlış durağın ardından doğru kişiyi tekrar yakaladı Corthus. "Flora!" diye homurdanmıştı, pençelerini kadının koluna geçirip yüzünü, yüzüne denk getirme çabasıyla boğuşmadan tam önce. "Yeter artık! Neden kaçıyorsun benden? Sorun neyse konuşalım. Biliyorum; sana yüklediğimiz sorumluluk adil değildi! Ama lütfen! Yanında olmama izin ver."
"Hiçbir şey bildiğin yok!" tısladı Flora. Zümrüt yeşili gözleri yaşlıydı. Gözlerinin süt beyazı akı, keder çatlakları ile kana bulanmıştı. Kadın kalabalıkların gölgesine tekrar kaçacaktı ki önündeki insanlar yoluna set oldu. Kalabalığın arasında sıkışıp kalmışlardı. Corthus şöyle bir çevresine bakındı. Seyrelen bitki örtüsüne bakılırsa bataklığının sonuna yaklaşmış olmalılardı. Ayak parmakları üzerinde yükselip ön saflara doğru bakmaya çalıştı Corthus ancak gözleri tünelin sonundaki o parlak ışığa kapılmışçasına kamaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)
FantasyMetal ayakları benek benek kabarmış, paslı bir ranzada yatan mahkûm, tavanın köşesini, iki taş duvarın kesiştiği yeri yuvalamış bir örümceği izliyordu. Tel tel, ipeksi ağın kıvrımlarında gezinen bu kırmızı benekli yaratık bir hayli açık seçikti. Zir...