1✿ 'Soğuk hava, ve kapındaki pas'

1K 84 16
                                    

Ağustos olmasına rağmen Seoul'da yağmurlu bir gündü. Havalimanının önünde onlarca araba toplanmış, siyahın gökyüzünü boyadığı bir zamanda hepsi ışıklarını etrafa yaymıştı.

Jisoo kafasını cama yasladı. Daha yeni uçaktan inmiş, valizini şöföre taktim edip arabaya geçmişti. Araba Busan'a anne ve babasının yanına gidecekti.

Gözleri camdan kayıp giden yağmur damlalarına dalmıştı. Damla önce cama, daha sonra yavaşça süzülerek camdan düştü. Hayatı da böyle kayıp gitmişti işte ve artık damla gibi düştüğü camda değildi.

Jisoo kafasını yanında oturan minik oğluna çevirdi. Gözleri onunla buluşunca istemsizce gülümsemişti. Oğlu arabaya geçer geçmez uyumuştu. Gerçi uçakta da uyuyordu, zaten zor kaldırıp arabaya getirmişti.

Şöför, işlerini hallettikten sonra arabaya geçti, aynasından Jisoo'ya baktı, her şeyin yolunda olduğu kanaatine varıp arabayı kullanmaya koyulmuştu.

Jisoo, oğlu Seohyun daha uçaktayken onu battaniyeye sarmıştı. Ellerini oğluna uzattı ve battaniyeyi düzeltti, oğlu üşüsün istemiyordu. Geriye yaslanıp yeniden gözlerini camdan dışarı diktiğinde şöför radioyu açmıştı. Ve o şarkı çalıyordu..

Salt air, and the rust on your door
(Soğuk hava, ve kapındaki pas)

I never needed anything more
(Hiçbir şeye bu kadar ihtiyaç duymadım)

Whispers of "Are you sure?"
("Emin misin?" diye fısıldadın)

"Never have I ever before"
("Hiç bu kadar emin olmamıştım")

Jisoo çalan şarkıyı dinliyordu. Kalbine saplanan sızı canını yakarken dinlemeye devam etti.

But I can see us lost in the memory
(Ama şimdi tarihe gömülüyoruz)

August slipped away into a moment in time
(Ağustos tarihte bir zaman oldu)

'Cause it was never mine
(Çünkü hiç bana ait olmamıştın)

And I can see us twisted in bedsheets
(Yatak örtülerine sarılmış halimizi hatırlıyorum)

Jisoo göz kapaklarını bastırmıştı, yanaklarının gözyaşlarına boğulmasına izin verdi. Yüzüne hafif, buruk bir gülümseme misafirdi. O anıları hatırlıyordu, Taehyung'la geçirdiği o günleri, geçmişini. Onlardan çaldıkları geçmişini.. Ve şarkı Jisoo'nun kalbini daha çok yakmak istercesine devam ediyordu.

August sipped away like a bottle of wine
(Ağustos bir şişe şarap gibi yudumlanıp gitti)

'Cause you were never mine
(Çünkü hiç bana ait olmadın sen)

Jisoo gözlerini yeniden cama dikti. Bu kısmı yutkunmasına sebeb olmuştu. Sahi hiç ona ait olmamış mıydı, Taehyung? Altı yıl öncesini artık hayal meyal hatırlıyordu artık. Yaşadıklarını, bazen kabusta olduğunu sanıyordu. Evet bir kabustaydı ve her gün bu kabusa uyanıyordu.

Your back beneath the sun
(Sırtın güneşin önünde)

Wishin' I could write my name on it
(Keşke ismimi yazabilsem oraya)

Jisoo kafasını geriye, koltuğa yasladı. Taehyung'ın onun ismini sırtına dövme yaptırdığı günü hatırlıyordu. Hatta o gün fazlasıyla şaşırmıştı. Bu şarkıyı sevdiğini ve beraber şarkıları olmasını istediğini söylediğinde Taehyung bunu kabul etmiş. Ertesi gün ise sırtında Jisoo'nun ismi yazılan dövme ile gelmişti. Jisoo bu duruma sevinse de Taehyung'u azarlamıştı. Sonsuza dek o dövme sırtında kalabilir, belki gelecekte pişman olabilirsin benzeri onlarca cümle sarf ettiğinde, Taehyung gülümseyerek onu sona kadar dinlemiş, daha sonra ise Jisoo'ya sarılmıştı.

Kulağına sadece şunu fısıldamıştı sen zaten sonsuza dek kalbimde olacaksın..

Will you call when you're back at school?
(Okula döndüğünde arayacak mısın beni?)

I remember thinkin' I had you
(Sana sahip olduğum zamanları hatırlıyorum)

Jisoo düşüncelerden kurtulmak istiyordu. Çünkü bu düşünceler sadece ona acı çektirmek gücüne sahipti. Yıllar önce Taehyung ona inanmamıştı, onu suçlamıştı. Kalbinde olacağını söylemiş daha sonra kendi kalbinden sürükleyerek dışarı kovmuştu.

Jisoo onun için kapısındaki bir pas gibiydi. Artık bunları düşünmek istemiyordu. Koreye döndüğünde etkileneceğini biliyordu fakat bir süre rahat nefes alır sanmıştı. Döndüğü ilk saatlerde bile Taehyung'la yaşadıkları onu rahat bırakmıyordu.

Jisoo yanağında bir el hissettiğinde irkildi. Gözlerini camdan çekti ve ona masum masum bakan oğluna dikti.

Seohyun küçük parmakları ile annesinin göz yaşlarına dokunuyordu. "Anne.. ağlıyor musun?" Oğlunun sesi ağlamaklı çıktığında Jisoo derin nefes alıp gülümsedi. "Neden ağlıyorsun, anne? Yoksa şarkıyı mı sevmedin?"

Seohyun gözlerini kızgın şekilde şöföre dikti. Jisoo onun bu haline gülmeden edemedi. "Hastalandım sanırım.." Jisoo o an başka bahane bulamadığından kafasını aşağı yukarı salladı.

Oğlu annesinin koynuna girerek başını annesinin omuzuna yaslamıştı. "Merak etme, ben sana bakarım, iyileşirsin." Jisoo gülümseyerek oğluna sarılmıştı. Seohyun kafasını kaldırıp annesine baktı. "Kız kardeşim ve babam gelince seni hasta görmesin, anne. Üzülürler. Anlaştık mı?"

Jisoo hafif gülümseyerek, onayladı. Oğlu yeniden ona sarılırken şarkı son kısımlarına varmıştı.

And then canceled my plans just in case you'd call?
(Sen aradığında iptal ettiğim planlarımı hatırlıyor musun?)

Back when I was livin' for the hope of it all
(Bunun umudu için yaşadığım zamanları hatılıyorum)

For the hope of it all (2x)
(Bunun umudu için (2x))

For the hope of it all (2x)
(Bunun umudu için (2x))

Jisoo artık onu acıtan hatıralardan kurtulmak istiyordu. Oğlunun saçını kokladı, öpücük kondurdu. Parmaklarını yaklaştırıp oğlunun saçlarını okşadı, bu yol boyunca böyle devam etti.

vsoo | Invitation (Davet)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin