İnsanın kaçıcağı bir yer olmalıydı. İnsanlardan veyahutta olaylardan sıkıldığında gideceği bir yer, korunacağı bir yer. Güneş dağların arasından kendini belli ederken Taehyung kanepede oturmuş, bir duvarı tamamen cam olan odasından dışarıyı izliyordu. Güneş yeni, yeni doğmaktadı. Bu evi kimse bilmezdi, bir tek Jisoo bilirdi. Eskiden yani..
Taehyung sıkıldığında, bunaldığında Busan'daki evine gelir, kabuk değişen yılan misali kendini yeniler ve Seoul'a geri dönerdi.Elindeki kahveden bir yudum aldı. Oda çok genişti fakat odada sadece yatak ve uzun, geniş deri kanepe, kanepenin önünde ise sehpa mevcuttu.
Kanepeye fırlattığı telefonu çalmaya başladı. Taehyung istemeyerek de olsa kafasını çevirip telefonun ekranına baktı. Arayan ablası Yoona'ydı. Kafasını telefondan çekip yeniden cama dikti, dışarıdaki ağaçları, dağları, kayaları, Japon denizini izliyordu. Jisoo'yu unutabilmek, kafasından dışarı atabilmek için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Bu altı yılda ona karşı duyduğu aşk daha da çoğalmış, onu içinde boğmaya başlamıştı.
Dün Jungkook, Jisoo'nu havaalanında gördüğünü söylediğinde Taehyung sarsılmıştı. Hep kendini bu an daha güçlü durabilmesi için eğitmişti. Fakat Jisoo'nun Korede olduğunu duyduğunda kalbine yaşanan sarsıntı, onun tüm eğitimini ve hazırlığını hiç etmişti.Yine darmaduman halde kanepeye yığılmıştı. Telefon yeniden çaldı. Bu defa Jungkook arıyordu. Taehyung iç çekti. Telefonu eline aldı ama açma tuşuna basamıyordu. Bir süre aramayı izledi, zaten arama artık bitmişti. Taehyung yeniden telefonu kanepeye fırlattı ve ayağa kalktı. Sıcak duşun ona iyi geleceği düşüncesiyle banyoya geçmişti.
+++
Jisoo turtayı fırından almak için mutfağa geçmişti. Bu gün uyandıklarında gecenin aksine mutlu bir hava vardı. Gerginlik tamamen aradan kalkmıştı. Bunu elbette Seohyun ve Jinhee'ye borçlulardı. Çocuklar ilk tanışlıkta utangaç tavır sergileseler de bir kaç saat sonra yakın arkadaş olmuşlardı. Jisoo, Koreden gittikten sonra oğlu ve kızının, kötü etkilenmemesi için buradaki herkesle bağlarını koparmıştı. Rose de Jimin'in eşi olduğundan kuzeni dahi olsa iletişime geçemezdi. Birbirleri ile iletişime geçmeleri Jimin ve Jimin'in ailesi için rahatsız denilebilecek bir durum oluştururdu.
Jisoo turtayı dilimledi ve yemek odasına geçti. Yemek odasına geçer geçmez Jennie'nin gergin ve telaş içindeki hali Jisoo'nun endişelenmesine sebeb olmuştu. Jennie balkona çıkmış, o taraf, bu tarafa yürüyerek heyecanla birisiyle konuşuyordu. Jennie telefonu kapattı. Jisoo tam Rose'den neler olduğunu sormak isterken çocuklar turtaya yaklaşmış ve almak istemişlerdi. Jisoo da çocukların turtasını vermişti. Jennie o sırada içeri geçti ve masada kendi yerine oturdu. Rose de, Jisoo da onu izliyordu. Hyosun bir işi olduğunu söyleyip az önce çıkmıştı. Evde sadece üç genç kız ve çocuklar vardı.
"Noldu, Jennie?" Jisoo kendi yerine geçerken kaşlarını çatmış ve bu soruyu sormuştu.
Jennie derin nefes aldı, Jisoo buradayken bunu nasıl söyleyecekti bilmiyordu. "Taehyung kayıpmış. Normalde de böyle yapardı ama dün alelacele şirketten çıkmış ve eve gitmemiş. Şimdi de aramaları açmıyor."
Rose şaşkınlıkla elini ağızına götürdü. "Bir yerlerde ölmüş olmasın?" Jennie sinirli gözlerle Rose'ye baktığında, Rose gözlerini Jennie'den kaçırttı.
Evet, Jennie abisiyle buluşmuyor, ona haksız buluyor olabilirdi ama onu seviyordu.
Jisoo da endişelenmişti, elbette. Jisoo elini şakaklarına götürerek okşadı. Düşünüyordu. Ardından gözlerini kaldırıp Jennie'ye baktı. "Üzülme, eminim yakında bulunur. Taehyung bu, tanıyoruz."
Taehyung aniden ortadan kaybolmaları ile meşhurdu. En azından üniversite dönemlerinde.
Jennie kafasını sağa sola sallamıştı. "Abim altı yıl önceki adam değil, Jisoo. Buna emin olabilirisin. Ben bile sırf bu yüzden ondan kaçtım."
Jisoo duydukları karşısında kaşlarını çatmıştı. "Ne demek oluyor bu? Sen abini en zor zamanında yalnız mı bıraktın?"
Jennie iç çekti. "Sizin kavganız sonrası biz de kavga ettik. Sana inanması gerektiğini söyledim, kabul etmedi. O, yalnız değildi. Yanında Yoona ablam, annem vardı. Taehyung yalnız değildi, ben yalnızdım."
+++
Yoongi, ayağını uçağın basamaklarına bastırdı. Üzerinde kendi soyadları bulunan uçak bir süre önce Koreye inmişti. Basamakları inerken ceketini düzeltti, siyah gözlükler takıyordu. Onun Koreye gelmesini bekleyen arabalar uçağın önünde durmuştu. Arabaların yanında duran çalışanları gülümseyerek başkanlarını selamlıyordu. Ciddiyet yine de vardı.
Mark bir kaç adım öne gelip baş eğdi. "Hoş geldiniz, başkanım. Sizi uzun süredir Korede görmemiştik. Buraya gelişiniz bizim için bir onur."
Yoongi dudaklarını kıvırarak kafasını aşağı yukarı salladı. "Hoş buldum." Yoongi onun için açılan kapıya doğru ilerleyip araca geçmişti.
Araba önce Yoongi'yi Seoul'daki malikanesine götürecekti. Daha sonra öğlen saatlerinde Kim Taehyung'la toplantısı vardı. Arabada şöför ve çalışanlardan Mark da vardı. Mark müdür yardımcısıydı, Yoongi'nin Seoul'daki işlerini halletiyordu. Yoongi gözlerini arabanın camından dışarı dikmişti. "Seol her gün değişiyor." Mark onayladı.
Aniden Mark'ın telefonu çaldığında Mark telefonu alıp konuşmuş ardından kapatmıştı. Mark'ın tedirgin sesinden Yoongi bir şeyler olduğunu anlamıştı. Mark makam aracında Yoongi'ye doğru, geriye doğru döndü. "Başkanım, Taehyung bu gün hastalanmış. Ablası Yoona aramıştı. Size özürlerini sundu. Bu gün toplantı olamayacak."
Yoongi normalde bu duruma kızardı ama bu defa bir şey demedi. Çünkü uzun süredir, Koreye gelince yapması gereken bir iş vardı. Her defasında yoğun randevular, toplantılardan dolayı aksatıyordu. Bu, aslında işine gelmişti. Kafasını aşağı yukarı salladı. "Busan'a gidiyoruz."
Mark şaşkın halde Yoongi'yi izliyordu. "Emin misiniz, başkanım?"
Yoongi iç çekti, özlemişti. "Hiç bu kadar emin olmamıştım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vsoo | Invitation (Davet)
FanficJisoo kafasını geriye, koltuğa yasladı. Taehyung'ın onun ismini sırtına dövme yaptırdığı günü hatırlıyordu. Hatta o gün fazlasıyla şaşırmıştı. Bu şarkıyı sevdiğini ve beraber şarkıları olmasını istediğini söylediğinde Taehyung bunu kabul etmiş, erte...