"Anna" Tony onun yıkadığı tabakları yerine dizerken mırıldanmıştı. "Ne zamandır burada çalışıyorsun?"
Genç kadının tabağı temizleyen eli bir an yavaşlasa da sonrasında eski hızına kavuşmuştu. Elindeki süngeri kenara bırakıp tabağı suyun altında duruladı. "Yüzbaşı ve teğmen taşındığında başladım" sesi o kadar ipeksiydi ki, Tony neredeyse şaşırmıştı. Kadının konuşmak gibi bir huyu olmadığından nadiren duyuyordu sesini.
"Fabrikada çalışmaktan daha iyi, değil mi?" Tony tabağı ondan alıp kuruladı ve diğerlerinin yanına, dolaba koydu.
"Ben çalışanlardan değildim" irkilmiş gibiydi bunu düşününce. "Kamptan aldılar beni"
Tony onun uzattığı tabağı alıp kurularken sessiz kalmıştı. Şimdi kadının zayıf vücudunu ve sessizliğini daha iyi anlıyor gibiydi. "Teğmen...gerçekten iyi bir adam"
Anna başıyla onayladı. "Evet öyle..."
"Ben de ağabeyimi kurtardığı için minnettarım ona. Kampa gönderilecekti, ama teğmen kurtardı."
Anna sessiz kalmak ister gibiydi ama yine de onu cevapladı. "Beni işe yüzbaşı almıştı"
"O neden yapsın bunu?"
"Anna, su." Steve mutfağın kapısından gözlerini kısarak esmer adamı izliyordu. Kadının uzattığı bardağı alırken konuştu. "Ne öğrenmek istiyorsun benimle ilgili? Eline ne geçecek merakımdan soruyorum" mesela Tony, onun hasta ve nispeten sakat halde üniformasıyla nereye gittiğini öğrenmek istiyordu.
Tony önüne dönüp tabakların birini aldı ve işine devam etti.
"Anna, akşam sadece teğmen için yemek hazırla. Muhtemelen yarınki kahvaltı da aynı şekilde." elindeki zarfın üzerine, salondaki birkaç kağıdı da koyarak etrafına bakındı.
"Nereye gidiyorsunuz?" Tony tek kaşını kaldırarak sormuştu. "Bu halde uzağa gidemezsiniz" Steve onu dinlemeden evden çıkınca Tony de peşinden çıktı. "Yüzbaşı,"
Kapıdaki askerle göz göze gelince konuşmayı kesmişti. Steve arabanın arka kapısını açıp binmeden önce Tony'e baktı, sonrasında arabaya binip kapıyı kapattı.
***
Akşam yemeğine teğmen de gelmediği için ev çok sessizdi. Anna salonu temizliyordu, Stephen ise erken uyumayı tercih etmişti.Tony boş boş gezmenin verdiği sıkıntıyla yanaklarını şişirip yukarı çıktı. Yerde cam kırıkları yoktu, muhtemelen Anna saniyesinde temizlemişti. Tony kapalı kapıya bir süre bakındı ve kolunu indirdi.
Yüzbaşının odası, sadece gerekli şeyleri barındırıyordu. Bir yatağı, çalışma masası ve nispeten küçük bir dolabı vardı. Çalışma masasının üzerindeki üç içki şişesinin de yarısı boştu.
Tony parmaklarıyla masada ritim tutup şişenin birini inceledikten sonra masadaki mürekkep şişesine gözlerini kaydırdı. Yeni açılmıştı.
Merakına yenik düşmek gibi bir yönü olduğundan olsa gerek, koltuğa oturup masanın çekmecelerini açtı. Bir tanesi boş kağıt ve kalem doluyken birisi...
Tony o fotoğrafa bakmak için can atıyordu. Çekmecenin alt kısmında kalmis eski kağıdı çekip kurtardı. Yüzündeki meraklı gülümseme ağır ağır sönüp, yerini karşı koyamadığı kuşku ve anlamsızlıklara bırakmıştı. Tony kağıdı, benzerlik olduğunu umarak çevirdi ve arkasını okudu;
Joseph Rogers ve Howard Henderson. 1922.
Tony tekrardan kâğıdın önünü çevirip babasının, askerle gülümseyişine baktı, babası oldukça gündelik giyiniyordu. Kâğıda iyice yaklaşıp silahın üstündeki yazıyı okumaya çalıştı. Kaşları çatılmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Memoirs of Holocaust | Stony Au
FanfictionBaşlangıçta Tony, yıllardır davasını gururla yücelten bu Nazi askerine pek tehlikeli gözükmemişti. Oysa, bütün evi içten içe tüketip yıkılmasına yol açan tahtakuruları da oldukça zararsız görünürler. Anlıyorsunuz ya?